24 Ekim 2008 Cuma

Uluslararası dostluk ödülü- ne güzel paylaşım şu blog...

Ben o güzel ödülün resmini koyamadım :( Bu aracı programlarla ilk bağlanışım, hakim değilim ama baktım ki zaten geç bile almışım teşekkür etmekte, hemen notumu düşeyim dedim.
Önce Rima'nın annesi Ebru , sonra Ömer'in annesi Esin bana vermişler ödülü... Ben de listeyi çok uzatmayayım Ceren Naz'ın annesi Ozgur'e, Duru'nun annesi Pınar'a, Maya'nın annesi Tugba'ya ve Ada'nın annesi Yapıncak'a göndereyim ama bir yandan da takip ettiğim, okuduğum tüm blog dostlarıma bu kadar açık yürekli olup hayatlarını paylaştıkları ve benim paylaşımlarımda da burada olup destek verdikleri için çok ama çok teşekkürler...

Yaşasın bloglarımız:)

P.s: bağlantı bile ekleyemdim sitelere, ağlayacağım şimdi...

Anladık, sansurr de, beyinleri nasıl sansurleyeceksiniz acaba?

Eminim şu an pek çok blogger bu tip yazılar yazdı yazıyor. Ama inanmak çok zor cidden... Sebep ne acaba? Bir ya da bir kaç insanın kötü niyetli kullanımı milyonları cezalandırmak için yeterli bir sebep mi? Bu ülkede özgür düşünen çocuklar yetiştirmeye çalışırken ve ülkenin buna ihtiyacı varken, bu ne mantık- aklın alması mümkün değil... Kızmıyorum daha çok komik geliyor bu aciziyet durumu... Yanlış anlaşılmasın benim ya da blogger dostların aciziyeti değil, siz anladınız...

23 Ekim 2008 Perşembe

Yolda...

Bu satırları Mudanya- İstanbul feribotunda yazıyorum. Sabahın köründe çıktım evden, iş için günü birlik kendimi Bursa’ya attım. Sabah kızım uyandı 06:30’da beni yolcu etmek ister gibi... Normalde bu saatlerde uyandığında emziriyorum, tekrar 1 saat daha uyuyor, ama bu sefer sadece sarılabildim battaniyesine sarıp, hala minik bir kucak bebeğiymiş gibi... Babasına verince ağladı, Marina’ya verince ağladı ... Anlıyor, hissediyor annesi giyinmiş, makyajını yapmış o saate , gidecek belli... Emziremedim, devam sütü hazır bulunduruyorum böyle durumlar için... Onu içmesi için Marina’ya verdim artık, o biberona sarılıp o gözlerle bana bakrken içim gitti ama sıvıştım evden ....
İçim buruk, dün akşam onu uyutmayı başaramadım ilk defa... Özelmiş beni, haklı... Bu hafta ayrı kaldık biraz... Bırakmak istemedi resmen beni... Gözünden uyku düşse de, koymadı kafayı yastığa, yatakta ama dikey vaziyette beni izledi sesi çıkmadan, yanından uzaklaşınca ağladı... En son 50 dak sonunda tümgünün yorgunluğunun da verdiği bıkkınlıkla aşkısına gittim, “yapamayacağım bu akşam, limitteyim “ dedim... Utandırıcı ve ayıp belki ama olmadı... Sızıp kalmışım Marina onu sadece 3 dakikada sıvazlayıp, uyuturken...
Çok zor bu işler... Ne yardan ne serden vazgeçerim, hem çocuk yaparım hem kariyer... güzel laflar bunlar, işte ben de buna göre oynayanlardanım hala bu oyunu... Oluyor olmuyor değil ama benden çok şey gidiyor... İçim acıyor ...
Kardeş güzel şey... Pazar’dan beri bizde kalıyor Aslı... O yanında ilgileniyor ki bu haftaki yoğunluğumda ilaç gibi geldi... Aşkısı yalnız bırakmıyor... Aynı sektördeyiz, anlıyor...
Bu hafta blog dostlarını da özledim... Tanır gibi merak ediyorum ne yaptılar, ettiler, bebişler nasıl? En kısa zamanda gezmeye çıkacağım kafamdakileri de yanıma alıp, yorumlar yazacağım, onları okuyup kendimi de anlatacağım... Kendime terapi yapacağım, onlara da iyi geldiğini umacağım...
Yenikapı’ya az kaldı... Bu yazı burada biter... Kızıma gidiyorum...heyyoooooo

20 Ekim 2008 Pazartesi

Dünden notlar...

Büyüyor çok hızlı hem de ... İlk yaşından sonra takibi tamamen kaybetmiş hissediyorum. Gündüzleri kaçırdıklarımı akşamları ve sabahları yakalamaya çalışıyorum... Ben yoruluyorum ve yıpranıyorum , hissediyorum... İyice kilo verdim , ama şanslıyım ki Marina çok yardımcı, evde hiç birşeye dokundurmuyor... Aşkısı hep anlayışlı, hakkını yemeyeyim... Ne kadar mutlu bir aileyiz demek niyetinde değilim, herkes gibiyiz, kendimize göreyiz... Ama hakkını vermek lazım herkese... Kardeşim destek oluyor. Annem-anneannem uzakta ama hergün yanımdalar.... Sabah sabah kendimi motive etmek için yeterli sanırım bu düşüncelerim....

Keşifler hız kazandı, aslında daha hızlı algılamaya başladı keşiflerinin sonuçlarını... Geçenlerde Zeynep'in bloguna yazdığım gibi daha çığırtkan, daha talepkar, daha kendinden emin, daha özgür ruhlu... Dün akşam akşam yemeği esnasında şaşırttı beni...
Hep beraber sofraya oturmak ideal tabi, çok da takdir ediyorum yapabilenleri ama Naz'ın uyku saati nedeniyle 19:00 gibi yemek istiyor yemeğini, gecikirsek arbedeye dönüşüyor. Benim işten dönüşüm 18:30 civarı oluyor, aşkısı daha da geç ... Her zaman olmuyor tabi, ama dün kardeşim süper bir yemek hazırlamış, Naz önden nohutunu yedi sonra bizimle devam etti. Önünde patates püresi ve çatalı ile oynarken, fırlattı plastik çatalını... Bu aralar herşey fırlatılıyor zaten... İnatla " eeeh eeeh eeh" diye benim çatalı istedi, önce itiraz etsek de verdik tabi... Naz'dan bir uçan bir kaçan kurtuluyor bu aralar. Aldı kocaman çatalı baktık ki onunla yemeğe çalışıyor ... Sonra bizim cam bardaklardan istedi...Eeee koca kadehi veremezdik, ona da sincaplı bir cam bardak bulduk suyunu da ondan içti...
Yemekten kalkarken "çıkar kızım önlüğünü " dedik bir iki defa, çekip çıkardı kollarından :)
Buzdolabı magnetleri elinde koşturuyor, oyuncaklara ne gerek tüm ev onun oyuncağı... alıyor fırlatıyor, yenisini istiyor... Boşaltacağım buzdolabının üstünü o olacak son çözüm...
"Annnnneeee" öğrendi Cumartesi'nden beri... Çok uzun zamandır anne-baba diyor ama nazlı nazlı, istediği yapılmadığında şikayetçi tavırlarla, kucak istediğinde bu vurgulamayla yeni öğrendi... Şimdi her isteği önce "annnneeee" diye başlayıp sonra kendi dilinde konuşmalarla devam ediyor.
Biraz biraz "teyte" der oldu, arada "aaalı" da diyor teyzesinin peşinden koşarken...
Her gün gösterebildiği uzuvlarına yenileri ekleniyor ki, bu aralar " burun " favorimiz... Göz nerede, burun gösteriliyor, kulak nerede burun gösteriliyor, kafa nerede aynen... Bilmediğinden değil, biliyor da burnunu gösterip gösterip alkış yapıyor kendine koca bir sırıtma ile... Yeni öğrendi ya , sürekli onu tekrarlıyor.
Banyo sonrası kapıyor elimden tarağı , saçlarını tarıyor, tarağın dişleri saça denk gelmiyor hep ama olsun, mutlu oluyor....
Hala televizyon izlemiyor, kapalı tüm gün, arada müzik açıyoruz... Ama DVD'den müzik çalarken sesin televiyondan geldiğini bilip yapışıyor ekranına, bu yüzden görüntü bağlantısını kopardık... Zaten bu yapışma olayı televizyon izletmemem için yeterli...
Bazen kitaplarına yeni şeyler öğrenmeye çok ilgili, ama ilgisini çeken bir oyun ya da olası oyuncak materyali yakaladı mı dış dünyayla kendini kapatıyor. Şimdi Aslı ile konuştum... Meyvesini bitirmiş, oyun istiyormuş. Portakal nerede deyince topunu uzatıyormuş, elini uzatınca kardeşim parmağını uzatıyormuş ( bayılıyor işaret parmak uçlarını birleştirip kıkırdamaya minik E.T'im benim...)
Bak özledim şimdi...

Dolu dolu bir haftasonu, haliyle de uzun bir post daha...

Cidden dolu dolu bir haftasonuydu...
Cumartesi sabahı Cuma gününden SONBAHAR aktivitesine doyamamış anne-bebek babayı da dahil edip ormana giderler...
"Baltalar elimizde, uzun ip belimizde , biz gideriz ormana hey ormanaaa" eşliğinde yapılan yürüyüş sonrası, parkta favori oyuncağımız salıncakta bize göre uzun, Naz'a göre çok kısa vakit geçirdik... Sonrasında arabasından bir kere inip tekrar oturması mümkün olmayan Naz'la kozalak toplama, yaprak, ağaç, dal..vs gibi kavramları bizzat elleyip tadarak tanıdık :) Maalesef bunların yanında sürekli Naz'ın ulaşmaması için izmaritleri , pet şişe kapaklarını toparlamam gerekti... Naz'dan çok bizim hoşumuza giti diyebilirim bu saatler... Dönüşte aşkısıyla yakın markaj kedileri sevdiler ki , beslenme satinde onlarca kediden bahsediyorum. Mahalleliler besliyor ormanın kenarında... Ben de çok ciddi bir kedi fobisi vardır, başlı başına bir yazı konusu. Ama benim kabusum kızımın rüyası oldu....Kediler, acil çözüm yaratmam lazım...








Açıkhava ve bol oksijen bize de süper geldi, Naz'ın hemen uykuya dalmasını da sağladı ve eve yürürken bu sefer iyice uykusu gelen kızımız arabasına oturmaya bu sefer kısa süre itiraz etti ve hemen uyuya kaldı da belimiz rahat etti...

Günün devamında oyun grubumuz vardı. 2.sini gerçekleştirdiğimiz grup bu sefer Mert'İn evindeydi. Geçen hafta ayrıntıları yazamamıştım bir türlü... Bu sefer Rüzgar ve annesi Devrim de katıldı rötarlı olarak. Mert ayca büyük olmasının da verdiği olgunlukla Naz'ı hemen tanıdı, oyuncaklarını paylaştı... Beraber dans ettiler , ki Mert'in bu konuda çok yetenekli olduğunu söylemeliyim. Naz daha çok Mert'i izledi ama Rüzgar oldukça katılımcıydı...En çok toplarla oynadılar, top havuzunda Naz Mert'i elindeki topları almak için düşürse de Mert olgunluğunu bozmadı. Sinem'in sürprizi olan su bazlı köpük balonlarıyla da oldukça eğlendiler... Ama favorimiz devasa şişme top, yuvarlandıkça yuvarlandılar... Beslenme saatinde masa etrafında oturup yemek yeme denemeside Naz oyun bozandı ve bir kaç lokma dışında evi keşfe devam etti ve her fırsatta kendini mutfağa attı. Buluşmalarının sonunda serbest zaman geçirip oyuncakları keşfettiler... ( Bu notları en kısa sürede kısa bir rapor halinde siteye de ekleyeceğim)

Eve gelip Naz'ı Marina'ya emanet edip kendimi kuaföre , oradan da aşkısı ile Funda-Ecehan düğününe attık. ( tüm gün ulaşım sorumlusu olarak bizi yalnız bırakmayan aşkısına özel teşekkür :) mucks sevgilim) Çok güzel bir çift, kendileri gibi eğlenceli bir düğünle hayatlarını resmen birleştirdi...Çok keyifli saatler sonrası geceye devam etmek istedik ama Naz'la geçen bir yıl bizi biraz paslandırmış, nerede gece 12'de sokağa çıkan biz nerede şimdiki biz... Bir enerji geceye devam deyip istikameti şehre çeviren biz balkabağına dönüştük gece 00:00da ... Orası olmaz, burası şöyle derken bir bakmışız saat ilerlemiş, bizim enerjimiz azalmış... Marmaris Büfe'yi ziyaret edip evimize döndük ...
Pazar sabahı daha erken saate söz verdiğimiz ama geç uyanabilmiş karı-koca bizler nedeniyle geç gittiğimiz, biricikim kardeşimdeki kahvaltı ile güne bomba gibi başladık. NAz tabi daha bomba idi bir an yerinde durmadı, evi keşfe girişti... En son gittiğinde yürüyemiyordu tabi, hemen arayı kapattı... Dolayısıyla teyzemiz , ben Naz'ın emrine amade bir halde olduğumdan, yedirdi, içirdi, topladı akşama da biz de kalmak üzere hazırlandı da kendimizi sokağa attık. Şükürler olsun Naz uyudu yolda ve Emirgan Sütiş de güya sadece Naz'a bir çorba molası verip istikametimiz Dali sergisiydi... Meğer Naz'dan çok biz acıkmışız... Tıkındıkça tıkındık, bir baktık saat çok geç olmuş... Babasıyla cami avlusunda güvercin kovalayıp yorulmuş Naz geri gelince, Dali'ye uzun bir zaman ayırmak istediğimizden bir sonraki haftasonuna erteleyip İstinye Park'ta soluklandık...
Naz oturduğumuz kafede bir an durmadı, tüm masalarla tanıştı... Çok sevdiği plastik su ve meyve suyu şişelerini oradan oraya taşıdı durdu...
Naz'a uzun zamandır gidemediğim Kifidis'i görünce hemen uzun süredir ertelediğimiz ilk adım ayakkabısını aldık. Artık dışarıda da yürümekten çekinmiyor çünkü ve ben spor ayakkabıları yürüme işini iyice ilerletince giysin istiyorum...
P.S;Aşkısı aşağıdaki fotoğrafımızı çok güzel yakalamış , henüz 2 kardeş ve Naz şöyle bir pozumuz yoktu...


Çok uzattım ama uzun süredir geçirdiğim en keyili haftasonuydu... Her detayını hatırlamak istedim yazarken....