29 Aralık 2011 Perşembe

2011-Biz-2012...

Yeni yıla girerken yeni yıl postu yazmak adettendir , ama benimki biraz daha farkındalıklar üzerine olacak sanırım.
Bu yıl zordu diye söylenmek istemiyorum , çünkü şu hayatta şikayet ettiğim her ne varsa, evrene gönderdiğim mesajların etkisiyle olsa gerek geri yansıdı bugüne dek. Bakıcı, iş ve aile en güzel örnekleri.
Kişisel eğitime giden bir arkadaşımın koçunun dediği gibi; “Şikayet ediyorsan hayatından çıkar, çıkaramıyorsan şikayet etme”
Zorluğu bir kenara  bırakırsak yıl boyunca mottom; değişimin aralıksız olduğuydu.
Yeni ev, yeni semt, yeni okul, yeni pozisyon, yeni aile işimiz, yeni dostluklar, yenilenen eski dostluklar, eskiyen zamanını hızlı dolduran yeni dostluklar…

Aklımdaki neyse buraya da o düşüyor;
Dostluklar…

Bu sene bol bol “Yalnızlık Allah’a mahsus” dedik. Hayatımızdaki insanları eledik, haddimize değil belki , ama yine de engel olamadık karne yaptık onlara-kendimize ve ilişkimize.
Aileden çok uzak yaşamanın şartları insanı hassaslaştırıyor dostları konusunda, çünkü o dostlar aileden ileri oluyor.
İnsan olmanın aciziyetiyle beklentilerin ölçüsünde hayalkırıklıkları , bazen de aynı ölçüde sevinçler yaşıyorsun onlarla.
Seni yoranlara eskisi kadar emek veremiyorsun, belki bu kadar çabuk vazgeçmemek lazım ama tahammülsüzlükler ağır basıyor bazen.
Kendi kanına, canına , en değerline bile tahammülsüzleşmişken kendimi yargılayıp infaz etmek istemiyorum, böyle işte, kendi bildiğimi sizden mi saklayayım…
Artan değerler olsun dostlukta istiyorum, paylaştıkça artan. Sadece kötü günümde vah vahlanmak için, başkalarının dedikodusu için, eğlenelim, coşalım için değil ; öyle sıradan bir günde bile yalnız sıkıldım, kahve içelim diye benim camdan duvarlarımı kıracak yüksek desibellikte dostluklar...
Hayat zaten yorucu, biz birbirimizi yormadan, yanyana şarj olarak yürüyelim dostlarla, onlar olsun hayatımızda…

Aile…

Ne çok sorguladım bu kavramı , bir o kadar da kendime kızdım.
Biz bir aile olduktan sonra sanki daha da çok taktım. İstiyorum ki şöyle baldan tatlı olsun ilişkiler herkes için, ama bir de hayat gerçekleri var, hiçbir şey romanlardaki gibi değil. Biraz silkinip uyanmak, bu alanda da beklentilere gem vurmak lazım…
Kendi payıma düşenleri de yapmak gerek , önce Naz sonra bizim için…

İş…

İlk defa bu Salı işe gelmedim ve evdeydim.
Sonuç:
Allah beni işsiz bırakmasın.
Naz okulda, Murat kendi ajandasına göre koşturmacada… Sabah 10:00’da onlara “ gidin artık , beni rahat bırakın “ tadındayken, saat 11:00 itibariyle 2 dizi izlemiş ve “ne kadar sıkıcı” demeye başlamıştım. Spor salonu dibimde, yeni açılan AVYM burnumun ucu, yılbaşı alınacak hediye listesi uzun. Ama ben akşam 5’e dek kanepede…
Plansızlık, programsızlık , işsizlik, mücadelesizlik bana göre değil. Kendi programımı kendim yapacağım bir iş isterim evet ama iş isterim, sonuç budur…
Herkese uyar uymaz, beni bağlamaz, ben kendimi bağlıyorum.

Naz ve biz…
Ağustos başı itibariyle 3,5 yıllık bakıcı macera(lar)ımız sona erdi.
Naz geçen seneki gibi full time okulda, anne-baba işte, 3 gün ev bakıcımız evde, akşam ise toparlaşmaca…
Babanın seyahatler yavaşladı, anneninkiler biraz arttı, biz 3’ümüz evde işbölümü yaptık derken, biz bir aile olduk.
Şimdi 4 yıl sonra şimdi mi oldunuz derseniz, tabi değil, ama full sorumluluklarıyla, çocuklu aile yeni olduk.
Biz hayatımızı kısıtlamamaya, Naz’ın rutini bir kenardan devam  ederken, ara ara gece gezmelerine, senede 1-2 tatillere gitmeye, uzuuun uykulara alışmıştık. İlgi ve sevgi ile bu söylediklerim başka şeyler, biz mutluyduk, Naz mutluydu… Bakıcılar değiştirdik, sürekli aile içi rotasyonlar yaptık, düzenler değiştirdik…  Ama ne oldu bilin bakalım; Naz büyüdü, sanki herşey masaldı, unutulmadı ama zorlukların bıraktığı izler hafifledi…
Artık onu emanet edeceğimiz kişilerde dil, eğitim, giyim-kuşam, sofra ve ev adabı...vs daha önemli olmaya başladı.
Abartıyor olabilirim ama bir kız çocuğu olarak hayata karşı hem görsel hem fikirsel bir duruşa daha çok ihtiyacı var yaşadığımız şartlarda.
Zaten değişen bakıcı düzenlerinden sonra evimizdeki yardımcılarımızın sadece bize yardım etmek için olduğunu , bizim 3’ümüzün bir aile olduğumuzu erken kavramıştı, kavramak zorunda kalmıştı. Yatılı bakıcısız bu düzende sanki o da daha uyumlu…  Çok istiyorum onun 4 yılına dair bir özet yazmak, belki de hemen, kimbilir…


Hayatımın en temel halleriyle 2011 böyleydi…

2012’den sağlık ve huzur herkes gibi en büyük dileğim tabi ki, ama bir de yaşanacakları kabullenecek, sindirecek ve en önemlisi sahiplenecek bir içgüdü ve inanç diliyorum.
Başkalarından bağımsız, içimle barışık, değişikliğin değişmez olduğunu kavrayabildiğim bir yıl olsun, geri zaten gelecektir, sizce???

26 Aralık 2011 Pazartesi

Tarihe gözlüklü bir not...

Tarihe not düşmeyi unutuyorduk bu aralar;

13 Aralık 2011 tarihi ile Naz gözlüklendi... Aslında dizindeki problem için hastaneye gittiğimizde, göz dr'u yüksek bir ölçüm alınca söylemişti ama bir göz kliniğine gitmeyi bekledik.
Bir gözü 1,25 diğeri 0,50 hipermetrop astigmat...
Üstelik sol gözünde oldukça büyük bir arpacık denilen kistik oluşum da vardı...
Korsan bantı ile daha tembel olan sol gözünü çalıştırıp, gözlük takacağız şimdilik...

3 yaşına dek TV izletmeyelim deiye kastık, sonuç bu, ben hala inanamıyorum...

9 Aralık 2011 Cuma

Şiştim 1

Hergün yazabilmek hem lüks hem de beni aşar dediğim bir şey ama dolunca iç dışa bir şekilde taşmalı.
Yazmak hem rahatlatıyor, hötleme ve püskürme isteğini azaltıyor, hem de burada yayınlayınca şimdi yazacağım genellemelerden herkes kendisine özneller bulduğu için de teşhir, sempatizan toplama ve “ohh be yalnız değilim” hissini kuvvetlendirerek bünyede endorfin salgılatıyor.
Esprili olmaya çalışarak değil, şu koca haftanın ardından, şişmiş ruhumu dinginleştirmesini umarak sarıldığım klavyeden dökülüverenler dostlar ***

Şimdi ben hafiften gıcık, birazcık da takıntılıyım. Son dönemki “farkındalık” takıntım buna en güzel örnek. Bu konuda kimi zaman duygusallaşıp içselleşsem de çevremdekileri gözlemlerken de bu tarafım aktif…
Özel hayatımda ve iş yerimde çok farklı tarzda insanlarla beraberim; burayı okuyanlar da var ama bazı genellemeler yapmadan duramıyorum, elimde değil, sözüm meclis içeri dışarı farketmez, yazıyorum iste;

Bu hırs nasıl birşeydir?
Hastalıklı demeyin sakın klasik kitap cümlesi gibi, çünkü var , hepimizde var. Evde oturanda, anne olup çocuk bakanda,dışarıda yarış atı gibi koşturan da ve bunların bir çok kesişen kümelerinde… Kimi bir masa örtüsünü, kimi yıl sonu primini, cocugun gideceği okulu, biri evi, arabayı,yatı, katı..vs…  Hatta çocuklarının hayatını daha el kadar çocukken hırs edenler var.
Neden durup da elimizdekinin kıymetini bilmeyiz? Biziz, bu biz, tanıdığım herkeste var.
Tamam , başarma duygusu- benim hırsım kendime- eee ot mu olalım, yaşayıp gidelim?? Değil …
Bu hırs sonumuz olacak bizim söylüyorum.
Hele hele kıyastan kaynaklanan hırs var ya,  düşmanıma bile dilemem.
Bitirir adamı.
O yüzden arınmalı bundan, biraz nefes almalı, yarış pistinden pite inip mola demeli…

Gerisi gelecek- MOLA

***Buraya kadar 80 saniye sürdü yazmam, aferin bana J

8 Aralık 2011 Perşembe

Farkındalık fark yaratır mı? 2

Attım biraz karamsarlığımı, ama vur patlasın çal oynasın değil ki hayat, elbette var tereddütler, sorular , ama geçen gün okuduğum 2 satır iyi geldi klişe de olsa: “Ya bugün son günü olsaydı hayatın?”
Eee tabi bu lafa sarılıp yaşasam, su an Naz’la ilk Uzakdoğu uçağına atlardık herhalde . Severim ben oraları, genelde de tatilleri orada geçirmeyi. O mutlu yürekler, azla yetinmeyi felsefe hatta din yapmış insanlar iyi geliyor ruhuma. Ya da Barcelona’ya beraber dil öğrenmeye, orada 1-2 ay yaşamaya…
Son Tayland selinde koca kişisi oralardaydı, yine yeniden,  o yüzden bolca televizyondan takipteydik . Adamın teki evinin çatısında balık tutup, kocaman gülümsemesiyle “ Yemeğimiz bol, daha ne olsun” tadında şükrediyordu. Diyeceğim şu ki;

Ders almak lazım hayattan. İlla ki yaşamayı beklemeye gerek yok ki adam olsak. Ama illa musibet nasihatten iyidir felsefesini güdüyoruz .
Okuyoruz blogları- kitapları- anneleri- kariyer sahiplerinin öykülerini- fantastik de olsa romanları-felsefe kitaplarını-klasikleri …
Ne öğrendin Elif ? Koca bir hiç var elimde… Kendime de başkalarına haksızlık etmek ne haddime; ama okuyoruz okuyoruz , sonra hepimiz yine aynı yollardan tökezleyerek geçiyoruz. Ama elbette bunda bizim anlamadığımız anlayamadığımız bir yüce amaç var bence de… Her yolda hepimizi farklı yerlerimize yaralar alıyoruz, farklı çıkarımlar yapıyoruz. Hepimiz kendimize göre şeyler öğreniyoruz. Yoksa tabi okudum okudum, hala da okuyorum , anlıyorum da şükürler olsun,, ama yine de DERS ALMIYORUM…

Herşeyi tam yapmak için yemek tarifi tadında okursan, bir p.k öğrenemezsin tabi. Amaç zaten okuyup aynısını gerçekleştirmek değil zaten ama bir de kucakta taşınan karpuz gerek sayısal gerek boyutsal boyunu aşmaya başladıysa, vay sana vayyy...

Hayatımın hep boyutunu hem içeriğini kontrol edemediğim şu günlerde, hıncımı neyse ki çocuğumdan uzaklaştırıp, onun bir çocuk olduğunu kabul edip ;

zamanında ve yeterli yemek yemese de
her akşam saat 19:0’Da değil 20:00 da yemeğe oturabilsek de
her gece saat 08:32’de değil de 9’u geçelerde uyusa da
bazen kafam kaldırmadığında televizyonu açsam da
sabah kahvaltısını yemeği reddetse ve ben yedirsem de,

 bunların dünyanın sonu olmadığını ve annelik karnesi diye bir şey  olmadığını anlatıyorum kendime…

4 yıldır kendi yatağında uyuyan çocuğun,  haftada 1-2 “yanıma uzan anne “ dediğinde beni özlediği için yaptığını,
Tam yatmışken su istediğinde, slında belki de gerçekten susadığını
Oyuna dalıp çişini küladuna damlattığında, cidden çok iyi vakit geçirdiğini
Yemek yemek istemiyorum çok yorgunum dediğinde, benim onunla ilgilenmemi istediğini
TV izlerken  beni görüp duymadığında, benim de günde yarım  saat hakkım olsa başka birşeyle ilgilenmeyeceğimi

Hatırlamaya çalışıyorum.

Evet control freak anneyim ben. Fazla okumuş, fazla idealist ve mükemmeliyetçi, herseyi kitabın göre yapmış çok da güzel sonuçlar elde etmiş , ama asıl güdülerini dinlemesi gerektiğini test etmiş öğrenmiş bir anne.

Kendime yönlendirdiğim hıncıma gelince…
O da geçecek hesaplaştıkça kendimle, ama artık farkındayım ki kendimle hesaplarım, kendimce fedakarlıklarım, bencilliklerim, egolarım..vs kimsenin sorunu değil.
Hele ki sadece çocuk olan çocuğumun…

Seni seviyorum kızım….

2 Aralık 2011 Cuma

Farkındalık fark yaratır mı?

Bana yanyana olduğumuz her an yapışması,
Eskiden ufak teşvikle de olsa kendine kendine yerine getirdiği tüm görevleri görmezden gelmesi
Yemeklerin 1 saate uzaması, ben yoruldum siz yedirin diye tutturması
5 dakikada sohbet, muhabbet uyumak yerine, sürekli beni yanına yatırması…vs

Ve bunların karşısında benim tahammülümün, hayatın yüküyle beraber gitgide zayıflaması, zayıfladıkça üstüste yaptığım hatalar, hatalarımın iç huzuru fena şekilde bozması, bozuldukça en başa dönüşler...
Bu kısır döngü bitirdi beni bu hafta, yorgunum …
Bir parmak şıklatmasıyla düzeltmek istiyorum ya da burun hareketiyle tüm durumu. Yeniden yazmak istiyorum gidişatı.
Elif’te diyor ki yazar aynı kelimelerle olmasa da; “Zaman akıp geçmiyor, zaman değişiyor sadece, geçmiş olduğu yerde duruyor”

İşte bu kadar içime dert olan bu Naz’ım, ya benim tahammülsüzlüklerim senin unutmayacağın yaralara sebep oluyorsa körpe beyninde, yani beni, benim yaptığım gibi yargılarsan ileride.
Bil ki yaptıklarımda olduğumdan kat kat içtenim, sana sarılıp “ Seni çok seviyorum” dediğimde… 

26 Kasım 2011 Cumartesi

Diller pabuç

Sözümü tutmaya geldim.
Naz, en iyi arkadaşım, bu aralar beni çok güldürüyor. Kelimeleri ne kadar cabuk kaptığına inanamıyorum. Çok gülüyorum , bazen de beni çok düşündürüyor, çünkü çok dikkatli olmamız gerektiğini farkediyoruz. Bugün bir kaç işimizi halletmek için gittim Torium'un ana baba günü otoparkında turlamamdan sıkılmış olacak ki;

N: Anne , dur dur, gel geri, geri , geri, geri...
A: Ne oldu ki?
N: Boş yer var
A: ( Geri gelir) kızım sığmaz bizim kamyon oraya
N: Sığar sığar, inip sana gel gel yapayım mı
A: !!!!

A: Yol benim, önüne baksana, ö... ( evet yine kactı ağzımdan)
N: Çok kaba davrandın, ebnce gidip özür dilemelisin
A: Haklısın, ne demeliydim? ( konuşmanın yönünü değiştireceğim ya aklımca)
N: Abicim, ltf bize izin verir misin? geçmemiz lazım
A:( Utanır, başka ne yapsın ki)

A: hadi gel tart yapalım
N: ( Çizgi film izlemektedir) Şu an çok meşgulum, bence kendin başarabilirsin
A:!!

A: ( Şönine maşasını kapan Naz'a) Ne yapıyorsunnnnnn? diye sesini yükseltir
N: Kaba davranmamalısın. Çok abartıyorsun, ben tam 5 yaşındayım...

Her an bir kayıt cihazı ile gezmek istemekteyim, mümkün mü?

25 Kasım 2011 Cuma

İtiraf...

Elestirecek kimsem yok kendimden başka bu sayfa ve blog camiası için...
Bu blogu Naz'a hamile kalmamla açmıştım 2007'de. 4. yılında ve ilk 2,5 yıl doya doya sindire sindire yazmışım . Son bir saattir okuyorum, iyi ki yazmışım diyorum.
Yorumlara bakıyorum , ne güzel insanlara iletişime geçmişim diyorum .
Naz'ın ilklerini, emzirme, uyku, bakıcı maceralarımı bazen bayıcı ama o kadar icten yazmısım, kızım okuyunca beni anlayacak, o günler geldiğinde beni daha az yargılayacak diyorum . Okuyanlar , yeni bebekliler empati yapacak o günler bizlerin yaptığı gibi, haklı bulacak, haksız bulacak ama düşündürüp kendi yolunu buldurtacak kimilerine... Herkesin doğrusu başka, herkes baş tacı...

Kaç bakıcı değiştirdiğimi, 19 ay nasıl emzirdiğimi, lohusayken 16. gün evden herkesi nasıl kışkışladığımı, sonra aylarca evden çıkmayışımı,5 aylıkken Naz'ı nasıl bakıcıya emanet edip işe gittiğimi 10 ay boyunca her gün süt izini kullanıp her öğlen eve geldiğimi, emzik vermeyeceğim bu çocuğa diye inatlaşışımı, emziği nasıl bıraktırdığımızı, 2 yaşında başlayan oyun grupları, yarım gün sonra tüm gün kreşler, taşınmalar, iş değişiklikleri...
Unutmadım, ama hatıraların nasıl da çabuk flulaştığına, sanki bu çocuk karnımdan hem 4 yaş 2 aylık çıkmış gibi hissettimeme, bunu bazen ona yükleyip gereksiz olgunluklar beklediğime inanamıyorum. 5 yaş grubuna gidiyor diye okulda, kendine 5 yaş dedikçe ben de ona 5 yaşını bitirdi muamelesi yaptım zaman zaman korkarım unutup.

Sonra kızıyorum kendime. Nasıl da bu kadar ara verdim bu kadar güzel bir paylasıma. Kimine göre teshircilik, bana göre kendime ve tarihe notlar,paylasım, self-terapi bana göre. Kendimden de cok kızıma, aklı erdikçe onunla paylaşacaklarıma bir geçmiş ve başlangıç noktası burası...

Yine kızıyorum, bu yolculuga beraber cıktıgım, yorumlarıyla beni kahkaya bogan, sonra da aglatabilenlere sahip cıkamayısıma.
Zamana yenik dususume, bir koltukta yüzbir karpuzla yine de bir karpuzu daha tasımamıs olmama...
Su saatte haftasonuma, aylar sonra kocayla ilk basbasa programa dakikalar kala, icimi kapladı bir sitem kendime.
Yazmadan gecemedim, bunlar dolunca icime... Üzgünüm be blog, sozum olsun telafi edeceğim ..

18 Kasım 2011 Cuma

Kişisel çözümleme-1

Pek bir yazasım var, ama bölük pörçük beynimdekiler, toparlayamıyorum.

Dün dellenip evden alıp başımı çıkmışken ( tabi ki işe) bilgisayar çantam ve bir sürü ıvır zıvır elimde, asıl çantamı unuttum mesela.
Birini arayıp , “ ne diyecektim” tadında buluyorum kendimi.
Cümleye başlayıp  , başını sonunu kaybediyorum cümlenin lafın ortasına gelememişken..
Yetişemiyorum doğrudur, ama yeni bir durum değil ki bu??
Üstelik sabah kafamı yastıktan sıyıramıyor ve güne başlayamazken söylenmeye hakkım da yoktur, onu da biliyorum.
Ev işi, yemek,ütü…vs de üstümde değil, şükürler olsun, ama bir tabağı alıp bir yere koymak da külfet geliyor.
İşte keyfim yerimde, tamam sıkılıyorum ve yeni bir açılım diye sürünüyorum bir süredir heyecanlı bir işim olmasına rağmen , ama şımarmanın lüzümu yok onu da biliyorum. Dinlensem bir süre , 2 ay sonra çalışacağım diye zıplarım , ruhum müsait değil evde olmaya biliyorum, ama yine de gidesim var azıcık…
Canım bir kahve bir kitap evde olmak istiyor, sonra fink atıp mağaza gezmek , sonra bunlara fırsat bulunca yalnızım çoook diye ağlanıyorum… Sonra eş-dost sağolsun çok , sık görüşünce de ay çok bunaldım geliyor…
Naz’a delleniyorum, sesime hakim olamıyorum, sonra o uyuyunca onu özlüyorum, neden yaptım deyip, bugünler geri gelmeyecek oluyorum.
Dengesizim dengesiz…
Aileyi özlüyorum, sonra bir iki gün içinde gına geliyor, evim evim diyorum, ama eve gelince neden çok yakınn değiliz her anlamda diyorum….

Şükredebilen bir yapı olmakla beraber bu aralar tatminsizlik hastalığına yakalandım. Beni tanıyıp okuyanlar “ yeni değil ki “ diyecek J
Bu mükemmeliyetçilik herşeyden beter be blog, adamı yer bitirir… Beklentilerin de çevrendikeleri… En kötüsü de farkında olmak, ama derdine çare olamamak kendinin.
Aptal olsam, farkında olmasam da mutlu olsam?
Ya da farkındalığı çözüme çevirsem de mutlu olsam?
Yani mutlu olasım var da nasıl yapacağım onu düşünüyorum.

1 Kasım 2011 Salı

Kendimize geldik...

Sevmiyordum son  aylarda uyanışımı, senin çoook erken şakıyan sesin bazen bana “ah be yavrum, 1 saat daha uyusaydık “ dedirtiyordu. Yataktan kalkmadan , yapılacaklar ya da yapmadığım ertelediklerimin listesi beynimde dönerken, biraz daha gömülüyordum yorganın altına.
Yaş oldu 31, yorgunluk var, yetememe hissi, endişeler, bazen tembellik aslında bıkmışlık…

Sonra 30 yılda giden canlara yenileri eklendi, 24 ü bir arada… Diyorsun ya “ Annecim, askerler düşmanlarla bizim için savaşıyor, değil mi?” Yutkunuyorum bunu duydukça. Andımızı öğrendin , marşlar söylüyorsun, Atatürk oratoryosu hazırlıyorsun… ben de yaptım hepsini, benim yaşıtlarımda… Sonra bir baktık, hayat savurdu kendi dertlerimizle bizi oradan oraya, bu esnada baktık menfaatçiler sardı çevremizi.
Din, dil , ırk, toprak, vatan, bölünmez, ama bir de kimlik var, eee ne oldu “ne mutlu Türk’üm diyene” ye, “Türkiyeli” artık medenileşmeliyiz, AB’ye uyum… diye kendi dertlerimizin içinde uyurken, uyutulurken yüzümüze tokat gibi çarptı kızım. Anladık aşağıda ne demek istediğini;

“Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! “

Daha bir “dur, ne olduk böyle, kimiz, neredeyiz, neler yapıyoruz biz yıllardır” diyemeden, bu gerçeği anaların gözyaşından rating çıkaran programlarda izleyip aynı gözyaşını döken analarken gerçeğe yaklaştık, birlikten güç doğdu, millet kendine geldi, aidiyetini ve birlikteliğini hatırladı.
Daha hazmedememişken sallandı 7,2… Hem öyle bir yer ki, yukarıdaki tartışmalarınn göbeğinde… Çıktı ırkçılar ama biraraya gelmiş millet daha bir kilitlendi , kocaman bir yürek oldu, beraber attı.
Kendime geldim kızım.
Şükür duydum;sabah beni sıcacık evimizde uyandırdığın için ve yataktan çıktığımda üşümediğimiz için , sen benden önce cırcır güne erken başlayacak kadar sağlıklı olduğun için,sabah mutfağa inip dolabın önünde ne yiyeceğimize beraber karar verebildiğimiz, hangi kıyafeti giyeceğimizi seçme şansımız olduğundan evde sabahları savaş çıktığı için; iyi bir okula gidebildiğin, başımız hep sıcak bir çatının altına girdiği ve akşamları önümüzde sıcak yemek olduğu, sıcacık banyomuzu yapabildiğimiz , to do list yapacak kadar çok şeye ulaşabildiğimiz için… Bunlar detay kuzum; nefes aldığımız ve beraber olduğumuz için….
Biliyorum, unutacağız unutturulacağız; ama biz hatırlamak için elimizden geleni yapacağız.
Son iki haftadır baban yokken kayda aldığın ve sürekli anlattığın gibi;
“çocukların evleri kırıldı, altında kaldılar” “Düşmanlarla savaşırken bizi korumak için öldüler”…

7 Ekim 2011 Cuma

Eylül geçti, elim yeni gidiyor klavyenin tuşlarına...
Naz'ın yaz okulu, yaz okulundan sonra babanne ziyareti, sonra uzun bayram tatili derken, Eylül başı kuzum bize geri döndü.
Yaz okuluna gönderdiğimiz okulun kış programı bizi tatmin etmeyince, tesadüf eseri bulduğumuz ama içimize sinen 20 yıllık geçmişi olan bir okula yazdırdık. Sitemizde değil ama uzak da değil. İki ebevyn paslaşarak idare ettik akşam çıkışlarını.... Her zamanki gibi adaptasyon durumu yaşamadık, bizimki eve gelmek istemedi akşamları, o derece sevdi, o sevdi diye biz daha da çok sevdik.
Yabancı öğrenci yoğun bir okul olduğundan başta endişeliydik, ama baktık ki Naz pek bir iştahlandı yabancı dillere, tam bir oh çektik.
Evde yardımcılardan, bakıcılardan gülmedik ama kızımı bizi güldürüyor şükür ki...
İş yoğun, ev hayatı süreki organizasyon gerektiriyor,eve bakacak biri lazım derken; Eylül'ü de kış kışladık.
Bir de benim tahammülsüzlüğüme sebep iç seslerimi de kış kışlarsam değmeyin keyfime...

P.S: Naz'a bir şeyler oldu, fotomodel kesildi başımıza... Tüm politik yetenekleri gün be gün gelişiyor. İç seslerim baktı ki beni sınıra getiriyor " sen dünyanın en iyi annesisin" deyiveriyor ben eriyorum tereyağı gibi...

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Kışşş Ağustos kışşş....

İnsan ne kadar çok dalgalanıyor. Benim durumum tam manik depresife vurdu.
Ramazan güzel, maneviyatı yüksek tabi ama iftar, sofra topla, uyuyakal, sahura kalk, sofra topla, uyumaya çalış , kalk, Naz için kahvaltı , sofra topla, Naz’ı okula gitmeye ikna et,  işe yetiş , Naz’ı okuldan almaya yetiş ve yine iftar…. Maneviyat fiziken yıpranmayla birleşince, bu sefer maneviyatın da zayıflaması olarak bünyeye vurdu azıcık…
Evet yatılı bakılı maceramıza son verdik ( ara mı verdik desem, hani %99 eminim ama akıl planlar, kader gülermiş malum…)

Naz yaz okulunda, biz Naz’ın programına göre rotasyonda, kış için okul kaydı tamam , eve bakacak biri bulundu, ama düzenlisi bulundu mu tamam, tastamam olacak.
Ne Ağustos Allahım…

To do lists bekliyor beni;

Dolap içleri elden geçecek, kutu kutu penselenecek.
Ayakkabı dolabı toparlanacak
Naz’ın eskileri verilecek, saklanacaklar hurçlanıp dolap üstüne çıkacak
Klordan mahvomuş saçlara çeki düzen verilecek
Ejderha Dövmeli kız serisi bitti, kenarda bekleyen Elif ve İskender okunacak
Alınış ve kenarda bekleyen duylar boyanacak , duvardaki delikler kapanacak
Alçı ile rüstiklerin takılırken fazladan açılmış delikler kapanacak
Merdiven altı elden geçecek
Biten Schengen vizesinin acil uzatılması lazım
Naz’ın okul başlangıcı için evrakları toparlanacak
Tahammül ve beklentisizlik üzerinde yorulan kafa boşa çıkarılacak
Yeni bir tarif defteri alınıp, tarifler toparlanacak

Ağustos vurdu geçti, ne olur Eylü güzel gelsin, kolay gelsin…


P.S: Çok sevimli burada ama her zaman bu kadar sevimli değil, özellikle yemek konusu bende anksiyete yapıyor bu aralar…. 

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Mı?

Mutluluk , taze biçilmiş çimenlerin kokusunda, Naz'ın uyku nefeslerinde,bir yudumda mıydı?

30 Haziran 2011 Perşembe

İçe bakış 1

Yaz geldi, ya da gelmeye çalışıyor :)
Ama bebekleri ondan bereketli geldi.
Her hafta bir yendoğan haberi.
Pırpır oluyor benim bile kalbim... Yeni doğanları ya da doğmuş serpilmekte olanları kucağıma aldığımda , yok artık tamam, tavrım acaba devam mı oluyor...
Ama kolay değil ki...
Çok büyük güç lazım eğer bilinçli yapıyorsan... Para ya da fiziksel değil, ruhen ve beynen...
Ya da deli cesareti ...
Ben çok güçlü de değilim deli de...
Eee ne yapcaz şimdi?

28 Haziran 2011 Salı

İçimden geldi bu sabah...

Yıl oldu neredeyse ve bu sabah içimden geldi yazmak...
anlatmak istediğim özel birşey olduğundan değil, paylaşmak bizim doğamızda olduğundan.
teşhircilik mi? Bence değil. Öyle olsa sadece övünülecek şeyleri paylaşırdık, son postumdaki gibi utanılacakları değil...
Naz okullu oldu, evimizi taşıdık , ben aynı şirket içinde , koca kişisi bambaşka profesyonel değişiklikler yaşadık.
Yardımcılar değiştirdik, kızkardeşi evlendirdik, ve evimizi hayatımızı taşıdık.
Bahçeli bir evimiz oldu sonunda, işime çok uzak ama kalbime yakın, kızımın bahçesinde Renkli'sini beslediği, benim bile kedilerle ilgili fikirlerimin değişmeye başladığı... 15 gün içinde bizi taşıdı diye kızsamda hala zaman zaman sarılıp kocama teşekkür ettiğim.
Naz'ımız bir bıcırıktı, şimdi de içine kadın kaçtı.
Tüm saflığıyla, kaprisleri, küsmeleriyle... Artniyetsiz , kirlenmemiş ama kadın...
Yılsonu gösterileri atlattık, bale resitaline bile çıktık. Akşam uyku saatlerini 10'a çektik ama hala 6,30'da uyanıyoruz. Yerimizde duramıyor, kendi kendimize şarkılar mırıldanıyoruz.
Kuzenleri ablalarım, abim, eve gelip giden dostlarımızın kendinden küçükleri ise hemen kardeşi oluveriyor.
"Kardeş istiyor musun?" sorusunun cevabı, o isimlere " benim kardeşim var ki " diye gönderme yapmak oluyor.
Özgür kız diye içimizden geçirirken, artık öyle yaşıyor.
Control freak'lik içimde olduğundan bir yandan söylensem de , içten içie gurur duyuyorum bu haliyle.
Savaşçılığı , kendini koruması hoşuma gidiyor.Hayatı böyle öğrendi ve gördü. Yanında ona bakmakla yükümlü yabancılara, şükürler olsun ki hepsi de sevgi doluydu, kendini ispatlamayı öğrendi.
Sevimlilik ya da onların hoşuna gidecek şeyleri yaparak baktırtmadı kendine, kendi olarak güçlü durarak, şikayet ederek değil ama isteklerini açık açık söyleyerek... Gururluyum elbette, gözlerim dolsa da bu şekilde analiz ettiğimde , gerçeklerle yüzleştiğimde, içten içe umutluyum onun için, kendimiz için...
Seyahatlerim başladı tekrar, belli konumların belli bedelleri var tabi.
Naz ilk başta şaşırdı ama sonra hediyeler ısmarladı. Babasını daha çok sahiplendi. Ne de olsa sırf Naz için iş yapış tarzını değiştiren , seyahatlerine ara veren ve kızına tapan bir baba o. Naz'la anlaşarak evden çıkış saatine karar veriyor, Naz'a göre eve dönüyor. Naz'ın kahramanı babası ...
Gariplikleri , atlatılanları değil, umutları yazmak istedi canım bu sabah.
Kaçırdıklarıma değil, sahip olduklarıma bakmak istiyorum içten içe.
Başkalarının boş ya da dolu, ama onlara ait olanlarını değil, kendiminkini düşünmek istiyorum...
Haydi bakalım, yeni bir mevsim olsun ...