7 Ocak 2014 Salı

Aylar sonra...

Bu blog benim ve aile tarihimiz için çok değerli bir arşiv ve kıyamıyorum kapatmaya. Ama öylesine durmasına da gönlüm razı gelmiyor.
2014 kararlarım yok . Bir gün de alışkanlıklarımın, karakterimin ve hayatımın değişmeyeceğinin farkındalığında 34 yaşını devirmeye bir elin parmakları kadar ay kalmış , 2 çocuk annesi bir kadın olarak, " bu sene düzenli yazacağım" demiyorum ama buraları da boş bırakmayacağım. Kızlarıma annelerinden hatıra olsun...
Derin belki alınacak, ilk aylarımı detaylı yazmamışsın diyerek. Mazaretim yok kızım ama nedenlerim çok.

Herşeyden önce ben enerjisi çok yüksek, içi içine sığmayan on parmağında on marifet bir kadın değilim. Ama on parmağımı da doldurmam gerekmişçesine süper kadınlık oynayan bir faniyim. Oynarken de kendi kendine motive olamadığı için manik depresif ruh halinin içinde dolanan, maalesef bunun acısını da çevreden çıkartmadan duramayan bir deliyim.

Bir karar verdik ve doğumdan eve döner dönmez babanızın kurduğu işimize ben de destek olacaktım ve 3. gün başladım ucundan tutmaya. Ama dedim ya, efektiflik konusunda sınıfta kalırım. Ne derdin var di mi lohusa lohusa bir stres daha eklemeye... Neyse yarımyamalak da olsa başladık ucundan. Ama ne ben tatmin oldum ne de baban...
Eeee bu sefer Naz kızım da diyor ki " sen işe gitmiyorsun şimdi, beni hep bırakır giderdin". Haklısın kızım, gidemedim. Derin 5 aylıkken sen 1. sınıf oldun. Akşamları evde olup karşılayayım, destek olayım istedim. Güya Derin'i emanet edecek doğmadan bir abla bulacaktık, ben de akşamlarımı sana ayıracaktım. Tahmin et ne oldu; olmadı... Geçici insanlarla bir şekilde idare ettik ama haklısın senin de tam yanında olamadım.

Elimden gelenlerden tatmin olmasam da bir şekilde hayatımı bir kenara koymadan herkese elimden geldiğince yetmeye çalıştım ve çalışacağım. Saçlarım süpürge değil, şirketimizi  başarıdan başarıya taşımadım henüz, çok becerikli bir anne de değilim ama en iyisini yapmaya kendi yeteneklerim dahilinde çalışan biriyim sadece...

Sonuç ???

Sonuç yok kızlarım. Ben anladım ki hayat sonuca yürüdüğün bir yol değil. Sonuç beklemeden yaşamak lazım... İçinde olup çemberin, güdüyorsan deveni varacağın bir son durak olmadan geçtiğin yollardan keyif alıp, bir daha o yollardan aynı sen olarak yürümeyeceğini bilmek, kendini de o yüzden çok bunaltmamak lazım.
Bunun farkında ama hala uygulayamayan anneniz olarak sadece kulağınıza küpe olsun istedim, belki siz uygularsınız çok daha erken .

Sizi seviyorum kızlar...

Ve Derin gelir...

Veeee nihayet Derin gelir....
Lohusalığımın  devirdiğim şu günlerde ben ancak fırsat bulup doğumu ve su 2 ayımızı yazmaya başlıyorum , bakalım ne zaman yayına girebilecek bu yazı.
Blogun isminin de değişme zamanı geldi sanırım. Artık 2 değil 3 bayan olarak evdeki cogunlugu ele geçirmiş bulunuyoruz ne de olsa. Hatta su ara egemenlik tamamen Derin'de olduğu için "elifvenazvederinden" uygun gibi geliyor.

Bir önceki geç yayına girmiş postta anlattığım gibi , hamileliğimin son 9-10 haftasını evde geçirdim. Doktor ve benzeri zaruri seyahatlerimi şehre ( malum bizim burası tam banliyö) Murat'ın nezaretinde gerçekleştirebildim. Malum kendisindeki evham yuzdesi biraz yüksek... 35. hafta düzenli yardımcıdan da olunca yerleşme, ev, hazırlıklar başa kaldı. Neyse ki çekirdek ailece üstesinden geldik hepsinin.

Doğum haftası sırayla aile fertleri de kervana katıldı. Ve 10 Mayıs Cuma sabahı , sabahın köründe ailecek hastaneye doğru yola çıktık. Zeynep, Derin ve Ece isimlerinden , sabah 06:30 hastane yolunda Derin galip geldi ve kendisini karşılamaya hazırdık.

Cehaletin cesareti var, ama bilerek sezaryene gitmek itiraf ediyorum tedirginlik vericiydi. Naz da yanımızda olduğundan güçlü durmakla beraber, içim içimi kemiriyordu tedirginlikten ameliyathaneye inerken. Annem, Naz ve Murat da asansördeydi , ameliyathane kapısında ayrıldık yine, ve ben tedirginliğimi bastırmak için tüm sevimliliğimle personelle geyiğe daldım. Varlık bey, anestezi uzmanımız, Naz'ın doğumunda da bizimleydi, sağolsun yine cok destek oldu kendimi toparlamamda.

2. cocugumuza şükür ki isteyerek sahip olduk ama hep içimde nasıl karşılayacağımı merak ediyordum. Sesini duyup da pembe pembe bana baktığında o ana kadar ettiğim tereddüt için kendime kızdım. Küçücük bedeninden çıkan kocaman sesiyle merhaba dedi hayata.
Odaya çıktığımızda hemen emzirmeye giriştik ama o kadar zayıf ve güçsüzdü ki yavrum 2. dk uyuyakalıyordu. Ayağının altını gıdıkla, çenesini kaşı derken onu emzirme hırsıyla ameliyat acısını unuttum, annemle 2 günü hastanede böyle atlattık ve sarılık... vs uğraşmadan evimize ulaştık.
İyi bir organizasyonla doğum kalabalığını minimuma indirdikten sonra uykusuzluk, emzirme, Naz'ı idare..vs bir hengame başladı ki ve bir kere daha 40'ı çıkmak kavramının doğruluğunu test ettik.

Aynı günlerde , Mayıs 15'te farkettik ki Naz'ın alttan sol dişi çıktı. Doğum telaşı esnasında meğerse yavrumun alttan dişi gelmiş eskisi düşmeden ama bizim ruhumuz bile duymamış, doktor kendi kendine düşer dedi, 27'sine dek sabrettik ve sonra çektik.

Bu arada geri kalmama telaşındaki Derin Hanım, ablasına kıyasla tam bir hafta sonra , 13. gün göbeğini düşürdü. Naz'ın göbek bağının hala mücevher kutumda olduğu düşünülürse sanırım Derin'inki de bir 6 yıl daha orada bekler.






5 Haziran 2013 Çarşamba

2. kızımız gelirken...

Öyle hafta hafta ,gün gün hamilelik günlüğü tutacak ne insan ne de zaman var benim şartlarımda. Ama aylar geçse de son 6 günde iken gecen son trimesterimi de yazmadan olmazdı.

Subat sonu artık izine ayrılmak istemiş olsam da erkenden , mümkün olmadı. Ama vücudum 30. haftada 11 Mart'ta bir gece önce başlayan kasılmalara ilave olarak işyerinde dur dedi bana. Akşam üstüne doğru artan bir kasılma ile kendimi dr'da buldum. Hızlı bir reçete ve yatarak 1 hafta istirahat tembihiyle eve gönderildim. Naz'a hamileliğimde sükür hiç bir sıkıntı yaşamamış biri olarak endişelenmemek elde olmadı.
1 hafta cidden yattım, 18 Mart da dr kontrolune gidene kadar içim içimi kemirdi. Neyse ki aynı gün hem resmi doğum izinine ayrıldım hem de dr kontrolunden temiz çıktım ama minimum aktiviteye mahkum edilerek 31. hafta itibariyle :)
O gğn bugündür büyük çoğunlukla ev ve çevresinde takılmak suretiyle tembellik yapıyorum. İçten içe beni depresyona zerkeden bu duruma, bence şımarık denilebilecek ama babasına göre " çocuk o çocuk" diye normalleştiren tavrıyla kızımız eşlik edince, herkesle pek bir az görüştüğüm, saçma sapan şeyleri kendime dert ettiğim bir döneme girdim.

Bir yandan hamileliklerimin ikisi birbirinden ne kadar farklı olsa da benzer en önemli nokta bende içten içe , herşeyi son dakikaya bırakmış olmanın verdiği paniğin de etkisiyle artan, derleme, toplama, sağa sola tırmanıp evde ona buna sarma ya da evdeki eksikleri gediklere kafayı takma şeklinde ortaya cıkan gereksiz dışa vurum :( 38. haftanın sonları itibariyle de bu durum fazla değişmedi maalesef. Bu da evde fazla pimpirikli hayat arkadaşımla gerginliklere sebep olmuyor değil.

Diğer bir yandan 2. çocuğu , evde yaz tatiline girecek ve Eylül'de 1.sınıfa başlayacak ilk evladımızla nasıl idare ederim sorusuna yanıt arayıp,  evdeki haftada 3 günlük sadık yardımcımı da gözden çıkaramayınca çıkmaza giren bir konu şer gibi görünen, ilk haftalarda canımı fazlasıyla sıkan bir şekilde sonlandı. Maalesef yardımcımız rahatsızlandı ve ara vermek zorunda olduğunu deklare etti. Bu deklarasyon büyük kızın mobilyaların geleceği güne denk gelip, evin üst katından ne yatacak ne hareket alanı kalmamış anlara denk düşünce varın siz düşünün 35 haftalık hamile kadının hallerini ve psikolojisini. Neyse ailecek tek vücut olarak bunu da atlattık ve yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik.
Ev yerleşti, doğum valizi ancak doğumun gerçekleşeceği günden 3-4 gün önce hazırlandı. Neyse ki kızımız, ismi hastane yolunda sabah 06:30 da netleşti yavrucağın, bizi üzmedi ve son dakikaya kadar hazırlıklar ve alışmak için bize zaman tanıdı...

Bundan sonrası bir doğum- abla olma- 2 cocuklu hayat hikayesi.....






12 Şubat 2013 Salı

Güncelleme


25.haftadan bildiriyorum…

Naz içimde bu kadarlıkken blog mu vardı da yazmadık durumundayken , şimdi Naz’la yaşıt blog var ama bu sefer anne de iş yok.
Temmuz ayı itibariyle baskılar ve bıkkınlığın verdiği gazla dünya aleme duyurarak verdiğim “ işe mola” kararındaki tutarsızlığımı , her ne kadar hem iç hem dış mihraklara bağlasam da, aslında en büyük etkenin korkular ve kararsızlık olduğu aşikar. Eylül’de öğrendiğim hamileliğimle beraber uygun mazareti de kendime sağlamışken ; “ Hamilelikte evde bunalırım” , sevgili eşimin inanılmaz desteğiyle ; “ Bak Elif, karar senin, madem devam etmek istiyorsun OK, ama şikayetini dinlemem”, yola devam dedim…
Peki dedim de şikayet etmeden benim hayatım, benim kararım halinde miyim? Tabi ki HAYIR!!!
İlk olarak 27 yaşında doğurduktan sonra, 33 yaşında ve bir çocuk + çocuklu evlilik + iş hayatı yorgunluğundan sonra fiziken ve ruhen toleranslarım zayıflamış, bunu anladım. Hızlı yoruluyorum, hızlı sinirleniyorum, hızlı mood düşüşü yaşıyorum. Kimsenin benimle ve içimdeki varlıkla yakından ilgilenmediğini düşünüyorum, ki kıyasladığımda , biraz da bu sefer sağlığımda sukur bir sıkıntı olmadığı için cok daha seyrek, aslında normal standartlarda doktor ziyaretinde bulunmam, evde zaten ilgilenmem gereken bir 5,5 ya cocugu olması, iş hayatım…vs derken en cok bu sitemi kendime ettiğimi söyleyebilirim. Zaten en acımasız ses, her zaman iç ses…

10 kg civarı aldım 25. Hafta itibariyle. 10 Ocak’taki  detaylı ultrason randevumuzda bu konuda uyarımı da aldım. Tansiyon sıkıntım çıkmasından endişe ediyor her iki dr da, bu nedenle son 3 haftadır biraz daha dikkatliyim hem yeme-içme hem spor konusunda. Sadece haftasonları da olsa yürüyorum tempolu ki iyi geliyor. Her ayağa kalkışımda eklemlerimi açma, vücudumun ağırlığını dengelemem zaman almaya başladı… Ama ilk hamileliğimde son trimesteri yazın geçirdiğimi varsayarsak kısın cok daha kolay.

İsim konusu hala muamma; Naz gibi kısa , öz ve kolay telaffuzlu bir isim peşindeyiz. En yakın durduğumuz ise Lal, bakalım J

Bu bir itiraf ve aynı zamanda bilenlerin mutabık olduğu bir konu; 2. Hamilelikte bebeğe daha az obsesif oluyor insan; daha rahat ama evdeki mevcut bir adet cocugun koşturmacası yanında bir yandan da daha stresli geçiyor, hele evdeki 5,5 yaşında özgürlük ve bağımsızlığını ilan etmeye calısan bir veletse J

Günün sonunda yazıp, çizip, söyleneceğiz farklı mecralarda. Sonra beni kimsenin anlamadığından şikayet edeceğim. Sonra bir benim başımda mı deyip destek alacağım bu acıdan...Ve inşallah büyüyecekler, serpilecekler ve ben hayatım son 2 yılında kendime amaç edindiğim bir sahnede kendimizi görmeyi diliyorum tüm kalbimle;

40 yaşında biri 7 diğeri 12 yaşında iki kızımla Çeşme'de bahçemizde takılıyor olacağım :)

5 Aralık 2012 Çarşamba

-Mı acaba?


Bazen diyorum ki sorun bende, bazen diyorum ki kesin onda.
İnsan hali, bazen dipte bazen tepede oluyor mood. 30’dan sonra daha fazla sanki bu gelgit’ler. Tam tersi olması gerekmiyor muydu? Oturacaktı kişiliğim, benliğimi bulup aydınlanacaktım? Hayır, tam tersi aydınlanmayla farkındalık eşzamanlı olunca; ‘ Aptal insan, mutlu insandır” soylemine yaklaşıyorsun.
Su sosyal medya ve hayatların fazla içiçe olması da durumu biraz körüklüyor sanki. Şöyle ki;
Bir kısım yeme-içme-gezme-tozma eylemlerini öne çıkarıyor, diğer kısım “bakın ben ne kadar becerikliyim” , bir başkası “uykusuzum, bittim , atom anneyim”, diğeri “ projeseverim, el işinin en şahanesi bende, anneyim, iş kadınıyım, uçarım, kaçarım”, bir de “ en sosyal benim, sevenim cok, hediyelerden başımı kaldıramıyorum”…
Eleştiri değil hiçbiri, ben de zaman zaman farklı gruplar içinde buluyorum kendimi paylaştıklarımla. Ama bakıyorum bir tutarlılık cogunda, kıskanıyorum ne yapayım J Cunku ben hepsinden birazım, dağınığım, bir gün dünyanın tepesinde oturuyor hissediyorum kendimi, diğer gün dipteyim, kendime acıyorum.
Sahip olduklarım ve olmadıklarımı listelemek değil amaç, şükretmeyi bilmez hiç değilim, bunların varlığını ya da yokluğunu, kaybetmeden ya da sahip olmadan anlamadığımdan, hem çok farkındaymış da mutsuzluğum ondanmış derken aslında hiç farkında olmadığımı farketmek…
Sanırım gitgide çetrefilleşir bu yazı, en iyisi mevcuda dönmek… Eldeki mevcutlarla en iyisini yapabilmek.

En büyük mevcudum kızım ve henüz, bilmiyorum 2. Çocukların kaderi mi, yokmuş gibi davrandığımız yoldaki ufaklık… Ama bakıyorum bazen en acımasız ona oluyorum.
Sadece anne olmaya izin vermezken bu düzen, şefkat duygusu yerini kurallara, aman sorumluluk sahibi olsun, temiz olsun, sümüğünü koluna silmesin, elini 20’ye dek sayarak yıkasın, bir sabah sadece bir sabah oyalanmasın derken…. Bakmışsın söylenen, kuralcı, sevgiden yoksun anne müsveddesi muamelesi görüyorsun. Aslında her cephede savaşırken fazlaca yalnız kalmaktan cogu zaman nedeni.
Eskiden kalabalıklarda büyüyen çocuklardık, hep aynı kişi uyarmazdı, sevmeye gelen büyükler 2 gün göreceğim sımarsın boşver demezdi, sevmekle beraber sorumlulukları da paylaşırdı. Babalar akşam mesaisinden sonra evinde ailesiyle sofradaydı. 
Şimdilerin düzenleri çok karışık çoook… Herkes kendince hem haklı hem haksız, ama başkaları hep haksız… Beklentiler, ana fikirler cok farklı ve büyük aile kavramı kendini çekirdeğe, çekirdekten de kişisel mutluluklara dönüyor. bazen en aklı başımızdası bakıyorum da kızım... Gönül gözü açık hala çünkü... 
Nasıl açacağız tekrar o çakrayı , bilen var mı?...

9 Kasım 2012 Cuma

İlk hamiş post...


Artık 13. Haftada olarak ve twitter’dan duyurduğuma göre, paylaşımlara başlayabilirim… 

2007’de bloğu açtığımda Naz’a olan hamileliğimde ilerlemiştim ve şimdi sadece 6 yıl geçmişken üstünden, pek cok ayrıntıyı unuttuğumu farkediyorum. İnsan beyni cok nankör. İlk bebek de bile bu görmemiş hamile durumlarını kıldım, sonunda dayanamadım blogu actım. bari bu sefer baştan direnmeyip ilk günden tadını çıkarayım. 
Biz bizeyiz nasılsa ve kabul etmeliyim ki bir kadının hayatının odağı olmaması gerektiğine inandığım ama cok değerli bir ünvan "annelik". Anneliğim nedeniyle hayatımı ertelemedim hiç, arkadaşlarıma, kariyerime ve sevdiklerime vicdanımın elverdiği kadar zaman ayırdım ama zaten annelik kendinizi önce "o"na adamanızı sağlıyor hormonlar o vicdanınızda susmayan ses yoluyla. O sesi bir suçluluk haykırışı değil, sizi ona bağlayan sevginiz olarak yorumladığınızda külfetler az oluyor. Tabi ki dikensiz güllük gülistanlık bir yol değil. Hata yapmıyor muyum, bağırmıyor muyum, kontrolu kaybetmiyor muyum? Maalesef istediğimden fazla... 
Tüm güzelliğine rağmen 2. bebeğe sahip olup olmayacağım bir muammaydı benim için. Bu sefer baba kişisi olarak bahsedeceğim kendisinden, Murat cok istiyordu zaten. Kardeş şart desek de bu bizim için bir sözden ileri gitmeyebilirdi ama doğru zaman ve Allah'ın bize sunduğu  bir hediye oldu bu sefer. 
Naz cok istenen ve özlemle beklenen bir bebekti. Dolayısıyla onda yaşadığım sıkıntıları hep hafife aldım. Karnımdaki minik canlıya ise yine isteyerek ama beklenmeyecek kadar cabuk kavuştuk. Allah tamamına erdirsin elbette ve bilincindeyim ki nasip olmasın da bizim pek bir etkimiz yok. Olması , onun ana rahmine düşmesi gereken  bir zamanda bize de onu aynı anda arzulayacak hisleri aşıladı yaradan, böyle tarif ediyorum ancak ilk bebeğine cok uzun olmasa da bir bekleyiş sonucu sahip olan bir anne olarak.

Günlerden 9 Eylul olduğunda içime bir his düşse de, her aklıbaşında mantıklı insan gibi bekleyişe geçtim,   bu sefer koca kişisi de sakinliğini korudu ve hiiiç oralı olmadı. Ama bir hafta önce aldığım 36 beden yeni gece elbiseme giremeyip, özellikle bel çevremde hızlı bir şişkinlik onaylarcasınaydı doğrusu J 14 eylul’de evde test pozitif cıksa da bu sefer haftasonunu keyifle geçirelim Pazartesi sabahına dek dr randevusu almadım bile. 17 Eylul’de minik noktayı ultrasonda görünce bu sefer hem şaşkınlık hem sevinç hem de endişe kaçınılmazdı. İlk hamilelik tecrübelerim kendimi cok hazırlamamamı söylüyordu , gayet ağırdan aldık. Clexane iğne ve Folbiol’a başlaık ve ilk 3 ayı 10 günde bir görüşmeyle geçireceğimize anlaşıp ayrıldık dr’dan. 26 Eylul’de yalnız gittim Murat seyahatte olduğu için , ama minik sesini duyurmadı. 5 Ekim’de kalp atışlarını 7. Hafta sonu itibariyle duyunca rahatladık ama yine 10 günde bir kontrole devam ettik.  17 Ekim ve 8 kasım’da herşey yolundaydı ve 8’i itibariyle bu hamileliğimde Clexane’dan kurtuldum, sukur ki herşey arika gidiyor. 2’li tarama sonuçları haftaya çıkacak ve daha da iyi hissedeceğim.

Gelelim olayın fiziksel ve psikolojisine. Bir kere iştahım tepe yapmış durumda, ilk 3 ayın mide bulantılarına rağmen. Naz’a hamileliğimde cok daha az mide bulantısı yaşadım. Bu sefer de tiksinti durumu yok, koku hassasiyeti de tepe yapmış durumda değil ama ayıptır söylemesi sayesinde bu yeni bebişin hamileliğimde çıkardım diyebileceğim. Srekli kilo kontrolü ve az cok duzenli spor yapan ben, bunlar hayatından çıkınca rekor bir ivmeyle kilo almaya başladım. Bazen midem bulanıncaya kadar yiyorum ve hep bir sonraki öğünümü planlarken buluyorum kendimi. Bu hafta son derece kibar dr’um çekine çekine “ hhamur işi ve tatlıyı bari azaltsan Elif” deyiverdi, ve ben inadına gece bunları düşünürken sabahtan kalan pancake’i Nutella ve Light sut’le gotururken buldum kendimi. Huyum kurusun.

Anksiyete , tedirginlik ve gerginlik, uykunun yanındaki diğer ufak belirtiler. Uyku ise tez konusu olabilir. 8 ‘de Naz’ın gözünün içine bakıyorum ve bazen Murat evdeyken ondan önce uyuyakalıyorum J yani yiyorum, uyuyorum , büyüyorum J  Asıl 2. Trimester büyüyecek bu bebek, kendim ne kadar büyüyeceğim korkutuyor beni J

Naz bu kardeş için coook hevesli, son 1,5 yıldır zaten hep gündemindeydi. Tabi ki cok mutlu ama bugün pedagogu ile görüştük, dediği gibi su an soyut, kucağımıza gelince kardeşi somut bir şekilde asıl o zaman göreceğiz gerçekleri. Su an göbeğimi okşamakla meşgul. Ve tabi yeni odasıyla ilgili hayalleriyle. Ne de olsa seneye 1. Sınıf olacağından ona bir genç kız odası planım zaten vardı, çalışma düzenli, arkadaşlarının da kalması için büyük yataklı… 2. Bebek haberiyle beraber hızlandı tabi planlar, kardeşi onun odasına büyük küçük hanım bir büyük odaya terfi edecekler J

Anlatacaklarım bu kadar değil tabi. Aslında Naz’la ilgili tutmak istediğim notlar var , bir sonraki post’a kısmetse….

17 Eylül 2012 Pazartesi

Yaz raporu


Ramazan nedeniyle biraz bölünmüş , tatile doyamasak da kısa kaçamaklarla idare ettiğimiz bir yaz geçirdik.
İstanbul’da havalar soğumaya başladı; geceleri kapıları kapatıyoruz, Naz artık atlet giymeye , sandalet yerine spor ayakkabıları ayaklarına geçirmeye başladı.
Haziran sonuna dek okulu devam eden Naz, yılsonu gösterisinin hemen 2 gün sonrasında anneannesiyle Mersin’e uçtu. Kuzenleriyle dolu dolu , benim çocukluğumun yazlarından birini geçirdi su kuşu olarak… Mesela 3. Derste yüzmeyi öğrenmiş, iyot havasına doymuş, çenesi ve  algısı fazlasıyla gelişmiş döndü.
Kendinden yaşça büyük kuzenler ona gözünün içi gibi baksa da, ki cidden bakmak- banyosu- tuvalette yardım-giymesi-yemesi...vs, onlardan yaşına büyük laflar da kapmamış değil ; “ evet,evet cok beklersin” en meşhuru oldu, bu yaza damgasını vurdu diyebilirim.

Temmuz 16 evine dönen Naz ile başarısız bir yaz okulu denememiz oldu, aslında severek gitti, yüzme ve tenis konusunda iyi de oldu ama biraz da yazdırdığımız spor okulu bu konuda tecrübesiz olunca, biraz yardımcımız biraz ben idare ettik.

Eksik kalmak olmaz ; babaanneyi de ziyarete gönderilen Naz Agustos 2. Hafta itibariyla yine seyahate cıktı bu amaçla. Cocugumun uyum kapasitesine hayran olduğumu söylemeliyim. Bunu en iyi çocuk benimki egosuyla söylemiyorum asla, hele hele son 6 aydır maalesef çocuğuyla güç savaşları içinde kendini bulmuş ve girdiği bu yoldan çıkamayan bir anne olarak, hiç hava atacak durumum yok. Ama 2 yaş itibariyle her yaz en az 10 günlük büyükanne ziyaretine alışkın olmasının rahatlığını, bakıcısız ilk yazı olması itibariyle yaşadım.

Tabi ama herkes gitgide yaşlanıyor, bakım becerilerindeki azalma ve çeşitli nedenlerle bölünmeleri derken, birebir onunla pek ilgilenemediklerini farkettim, sanırım yeni gelişmelere de bakılırsa sanırım bensiz ya da bakıcısız Naz’ın ilk ve tek yalnız seyahat yazıydı.

Zaten kendisine eşlik etmek, nedense okul öncesi bu senesini fazlaca önemsemek , kendi yorgunluklarımın da artık altından kalkamamak …vs derken radikal kararımı verdim ve iş hayatına bir es veriyorum. Tabi ki tekstilden kopmam mümkün değil, hele hele koca kişisi işin bu kadar içindeyken , ama farkettim ki esnek çalışmak da yetmiyor çoğu zaman. Sürekli 24 saati nasıl uzatabilirim hesabı yapar hale geldiğimi farkettim. 2 yazdır 10 gün toplu bir tatil bile yapmadık ailece, Naz mecburen okula gideceği günler gelmeden evde kalmak istediğinde “ hadi bugün kalalım “ deme lüksü olmaması cabası. Sabahları trafikte 30 km’lik ofisime gelmek için “hadi hadi, bak hala giyinmedin, neden her sabah bunu yapıyorsun”…vs diye yıllarca yapmamam gerektiğini okuyarak, dinleyerek öğrendiğim tüm söylenmeleri istisnasız yaparak hem çocuğa, hem kocaya hem de kendime ihanet hissinden kurtulamama.
2. çocuk istediğimiz artık bir gerçek, o doğduğunda Naz’a kıyasla, eğer planladığım gibi olursa, daha uzun süre evde olmayı istediğim de gerçek. Daha 2. Çocuk düşüncesiyle beraber Naz’a iyi bir anne olamadım mı? Neleri eksik yaptım? Evet, çalışarak bakıcılarla büyüterek ondan çaldım? …vs düşünceleri kafamı sardı bile. Özellikle son 1 yılın yoğun temposu, öncesindeki yılların birikimi…vs derken ruhen de coktugumu hissettiğim noktada, üstüne de vicdani muhasebelerimi yapıp, kendimi daha da çökerttiğim günlerdeyim. Verdiğim kararımı hala “fazla jest yapma isteğim- bağlılığım-iyi niyetim” gibi sebeplerden hala uygulamaya koyamadım oda ayrı bir konu.
Bazen aynaya bakıp “ya ben? “ dediğim olmuyor değil, ama şükretmek ve yasadıklarımızı kucaklamak dışında davranışlar, yukarıdaki çöküntümü arttıracağından hiç oralı olmuyorum bir yandan.

Bayram tatilinde Naz’ı ve aileyi ziyaret etmenin en güzel tarafı benim ailemin de uzun yıllar, hatta evliliğimden sonra dünür ziyareti yapmış olmalarıydı ki onlara hasret kalmadan bir bayram geçirdik. Denizli- İzmir- Çeşme üçgenin de tbi ki son 2 etap ayrıca keyifli zaman geçirdik.

Döndük kürkçü dükkanına, düzen tutturuyoruz son haftalarda. Naz’ı mevcut anaokuluna devam ettirme kararı almıştık geçen yıldan, çünkü hala hangi ilkokulu seçeceğimizi bilmiyoruz. Bizim çılfın ve özgür kızı zaptedecek öğretmen , okuldan daha önemli bir karar bizim için, bu araştırmayı bu yıla bıraktık. 4+4+4 nedeniyle yaşanan su kaosta bu kararı verebilmemiz pek mümkün değildi. İlk haftalar çekincelerim olsa da , Amerika’lı öğretmenlerin takviyesi, Türk sınıf öğretmeninin pozitif katkısı derken sorular azaldı… Önemli bir sene ve önemli seçimlerin eşiğindeyiz..
Heyecanlıyım…

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Durum raporu


Burası iyice ağlama duvarına dönmeye başladı, ama düşününce mantıklı bir sebebi var.
Her cephede savaş veren bir anne olarak,  kendime zaten adını taktığım bir tanım var blog yazışımla ilgili “ part time blogger”.  Full time blogger’lar, köşe yazarları, bile her gün yeni yazı çıkaramazken benim full time çalışan ve anne olarak, part time bloggerlığım ancak bu kadar olur, değil mi?

Bu iç rahatlatmadan sonra gelelim bizdeki son durumlara;
Naz birey oldu. Bugüne kadar değil miydi denirse, tabi ki öyleydi. Uzun zamandır dediğim dedik çaldığım düdük, ama artık zırlama, ağlama ile değil, gayet güzel kendini anlatarak bizimle tartışarak çalıyor düdüğü.  Mızmızlıkları ve her çocuk gibi zaman zaman şımarıklık denemeleri mevcut, ama gitgide azalıyor. Bazen ağzımız açık kalıyor ailecek, susuyoruz düşünüyoruz.
Bizi dinlemediğini düşündüğümüz anlarda en çok dinlediğini unutursak hemen hatırlatıyor sağolsun…
Özgüven patlaması olarak çevremiz tarafından onansa da, her keskin köşe zararlı olduğundan ufak törpülemelerimize devam ediyoruz.
2 haneli toplama işlemleri dahil olmak üzere matematikte okulunun yönlendirmesiyle aktif olsa da, yine okulunun da salık verdiği şekilde alfabe ve okuma/yazma çalışmalarından uzak duruyoruz.
0-3 yaş uzak tuttuğumuz TV ister istemez hayatında, ama izlediği süre ve programlara karışarak yine de elimizden geleni yapıyoruz.
Son 1 aydır daha rahat ebeveyn mottosuna ayak uydurmaya çalışsam da sürekli bitmeyen iç savaşım devam…
Kısacası Naz bizi büyüttü, biz onu, aslında hayat büyütüyor hepimizi,  sadece o yaşlarda atlamalar daha uzun olduğu için dikkat çekici. Tabi ki bir mucize hayatın kendisi , biz büyükler daha derinden bir şeyler öğreniyoruz, tabi bu eğer sorgulayan bir karakterseniz böyle, yoksa vur patlasın çal oynasın, hayat güzel J

Yaş 30’u geçince bir sorgulama hali başlıyor. Mantık ağır basan duygusal bir varlık olan bende yüreğimin ve beynimin sesi sürekli birbirine karışıyor. Hiçbir zaman yaptım/istedim, oldu diyemedim, yine diyemiyorum. Ama demek lazım sanki.
Kararlar almak daha kolaydı, bol keseden atmak da… Şükür kavramı hayatımda yoktu su aralarda olduğu kadar. Belli belirsiz, tam tanımı bu olmasa da bir tevekkül hali aldı beni.
Baktım , ölçtüm, biçtim, gördüm ki; karar vermeye çalışırken zaman geçmiş, ben aynı sularda yüzmüşüm, çıkmış sahile dinlenmiş kurulanmış yine dalmışım aynı sulara.
Taşıdığım her kimliği hakkıyla yerine getireyim derken, bendeki ben’in hakkı geçmiş…

Vur patlasına geçiş yapamam ama en azından Naz’a , benim kadar ciddiye almamasını anlatabilirim belki de
Yeni yaşımda beklentim kendimden sadece bu, bakalım becerebilecek miyim?

6 Şubat 2012 Pazartesi

Nerde başladığı nerede bittiği belli olmayan bir yazı...

Son 2,5 yıldır, yani Naz 2 yaşına geldikten sonra blog yazılarımın, telefon konuşmalarımın ve tabi kaçınılmaz olarak sonu ona bağlanan tüm sohbetlerimde hep aynı giriş “ Naz’ı artık takip edemiyorum, o kadar çabuk büyüyor ki…”
Evet , kendimi tekrarlıyorum, ve muhtemelen tüm anneliğin ortak lisanını konuşuyorum.
Bir kan pıhtısıyken, içimizde can bulan/verilen, ama doğduğu andan bir o kadar da kendine münhasır ruh taşıyan bir varlık dünyaya geliyor. Canlıların içinde en muhtacı olarak belki de; ayağa kalkamaz, sizin yardımınız olmadan sütü koklayıp yerini anlasa da ona ulaşamaz, tuvalete gidemez.. vs liste uzar gider. Bu canlı ortalama bir yıl sonra konuşur, yürür..vs, ortalama iki yıl sonra sohbet eder, tuvalete gider ve kafa tutar. İşte o kafa tutma aşamasıyla beraber, bir de benim evladım kadar çenebaz, dediğim dedikçi ve üstelik her hareket ve talebini kendince mantıklı bir dayanağa oturtuyorsanız, işiniz iştir. Önce reddederiz, biz de tutarız kafa, sonra dinginlik gelir, kabullenme başlar, onunla işbirliği yapmazsanız şansınız yoktur. Arada onun da kazanacağı durumlar yaratıp ruhunu okşayıp işleri yolunda tutmaya çalışırsınız. Ha tabi bu arada evde bu küçük varlık kaynaklı karı-koca anlaşmazlıkları kaçınılmazdır.
Şimdi yukarıdaki ideal geçiş durumunu yakalayamamış bir anneyim ben. Boğa burcu, son  5 yıldır yönetici, kızının ilk 2-3 yılı eşi hayatının yarısını yurtdışında geçiren , ailesi şehir dışında ve her an destek vermeyen bir kadın olarak elimden gelenin en iyisini yaptığımı da belirtmek isterim. Pek çok cephede savaş veriyorum; işte , evde, bakıcılarla, koca kişisiyle, ailemle, zaman zaman arkadaşlarımla bile J
Savaşlar gün içinde ( Murat okusa kızacak ama buradaki savaş “challenge” tadındadır ) , sabah evde taze kafayla geçen zaman az, sonrasında hep bir yetişme telaşı, motoru takıp direk turboya bağlıyoruz. Zaten evdeki sabah taze kafası tuvalete gitmeme, hazırlanmama, kahvaltı yerine oyun isteme gibi sebeplerle 15-20n dk sürüp sonra mücadeleye dönüyor.
Akşama ise cephe dönüşü çok azınız kalıyor eve. Neyse ki gelince sadece çocuğuyla ilgilenmek zorunda olan şanslı bir kadınım ama onu bile doğru dürüst yapamıyorum bazen. Sabrım ve tahammülüm zayıf, en ufak ayak diremeyi ben de dirediğim için savaşa dönüştürüyorum. Sesim yükseliyor zaman zaman, bazen ağladığım da ağlattığım da oldu. Ama yine de tüm bunların sebebinin o değil, sergilediği bir davranış olduğunun altını çizmeye çalıştım, umarım başarmışımdır… Biliyorum ki pek çok çalışmayan anne, aynı olmasa başka cephelerde benzer savaşlar veriyor, kıyas mümkün değil, elma ile armut gibi farklı ama bir o kadar da aynı familyadan sIkIntılarımız var.
Bu ideal olmayan ama gitgide ideal olma yolunda ilerleyen ilişkimizde, bir avuntu ya da övünme değil, ama en azından benim bir şahsi hissimdir ki, kızım benim işimi, sorumluluklarımı ve duruşumu anlıyor ve saygı gösteriyor. Bunu bana hep hissettiriyor. Toplantıya giderken başarılar diliyor, onu kreşten son çocuk olarak aldığımız 2gün “ üzülme, hiç sIkılmadım” diyebiliyor benim yüzümü görünce, eskiden biz uyurken sinirlenen çocuk, yanımıza sokulup uyumasa da sarılıp 1 saate yakın bizimle yatıyor haftasonları …vs.  Bir de aşağıdaki kadar düz mantıklar kurup, kişiliğini her yerde yansıtarak bizi şaşırtıyor;
Victoria Secret vs Maroon 5 izlerken; “Anneciğim, bayanlar güzel, erkekler de yakışıklı, değil mi?”!!
Nihayet kendimi tutup “kadına bak” değil de “bayanın yaptığını görüyor musun? “ deyince trafikte,
“ Aferin anne, çok güzel davrandın, 10 puan” !!
Her sabah bana hazırlanırken kök söktürdüğü halde , okulundaki portfolyo toplantısına giderken biraz geç hazırlandık diye, ellerini beline koyup “ bu saatte hala hazırlanmadığınıza inanamıyorum” !!
Ben seyahate çıkarken “ sen ben yokken bu evin küçük hanımısın, sofra ve düzenden sorumlusun “ deyince, babasına dönüp “ bu evin hanımı artık benim, benim kurallarıma uyacağız” !!
İstemediği birşeyler yapmak zorunda kalacağını hissettiğinde “ ben artık bu evden gidiyorum, komşuya gideceğim, onun torunu zaten yaramaz, bana da bakar, artık sizin çocuğunuz olmazsa çok üzülürsünüz”!! ya da “ bunu yapıp çok üzülmemi/aç kalmamı/ mutsuz olmamı ( artık duruma ne uygunsa), ölüp , naşka bir dünyaya gitmemi m istiyorsunuz?”!!
TV izlemesine uyku saatinde izin verilmediğinde yine evi terketme tehditiyle beraber “ gece gece gidemem, sabah uyanınca gideceğim” diye eklemesi!!


Tabi bu bilmişliklere ilave kendi kendine yetebilme yetisinin artması, boyu kendinden kısa olduğu sürece yaşı farketmeden herkese ablalık taslaması da cabası… 

P.S: Yukarıdaki satırlar bir hafta önce Barcelona dönüü yazılıp ancak yayınlanabilmiştir...

28 Ocak 2012 Cumartesi

Hayır mı şer mi derken...

Uzun süredir yazmak isteyip yazamadığım blog yazılarım ajandamda birikmeye başladı. Yeni yılla beraber tempo ciddi arttı. Aralık ayında kendimizi partilere, kutlamalara ve davetlere vermişken, balyoz gibi inen iş yükü garip bir şekilde beni depresif yapmak yerine kamçıladı. Adeta işleyen demir ışıldar oldum J
İşte bu temponun kaçınılmaz sonucu olarak bir günlüğüne İspanya’ya gitmeye çalışıyorum şu satırları yazarken.
Karın ilk atışında hayatı felç attığını bu ülkeden çıkmaya çalışırken bile kaderimden kurtulamadım. 2 saat 10 dak uçakta ama yerde mahsur kaldık, ne ironi. Madem kalkmayacaksınız niye alırsınız bizleri içeri, uçak hazır, mürettebat hazır, yolcular hazır, pist kalkış izini vermiyor, neden ???  Cevap: Kar yağdı. Sonra da sen git ilkokulda sular kesikti çalışamadım diyen çocuğa kız. Kar yağdı, trafikte, ofiste, evde heryerde mahsur kaldığın bir ülkedesin, ne yapsın çocuk , bu düzene ancak böye yetişilir.
 Kış ayının en normal durumu, o da bu şehre senede 2 kere kar yağıyor neredeyse, ne var bu kadar olağanüstü çözemedim gitti.
Kaçan toplantıya mı, boş yere yine de Barcelona’ya uçmak zorunda kalışıma, kızımdan ayrı geçireceğim geceye mi, demek ki kısmetimizde olmayan siparişlere mi, dişini tırnağına takıp gece gündüz çalışan ekibime mi üzüleyim bilemedim ki L
Ama nasip, kısmet ve her işte bir hayır vardır laflarına sözde değil de, cidden inananlardan ve elinizden geleni yapıp tevekkülü bilenlerdenseniz, yani tesadüf yoktur, her şeyin bir sebebi vardır diyen O’na kalpten inananlardansanız, bu kadar tersliğe rağmen gönül rahatlığıyla  yine de bu satırları yazan benle aynı camiadansınız demektir J
Yukarıdaki tüm söylenmelerime rağmen, o kadar da olsun insanız ve nefsimi henüz o kadar terbiye edemedim,  bizim küçük aklımızın ermediği daha büyük bir plana  inandığımdan bu kaçan toplantı için verilen emeklerin yerini bulacağına eminim…

P.S: Şu an bu satırları Barcelona havalimanında dönüşü beklerken yayınlıyorum . Bu sabah bizi La Coruna'dan Barcelona'ya taşıyacak Spanar'in iflası nedeniyle havalimanları felç, artık vaarın yorumu siz yapıın...