15 Ağustos 2008 Cuma

Neler yaptık neler...

Yine ara vermişim farkında olmadan... Bu hafta çok yoğundu... En azından sabahları kızımla , o kahvaltı sonrası uykusuna yatana kadar vakit geçirdik, beraber kahvaltı edip , kitap okuduk, sohbet ettik. Ama akşamları kendimi eve zor attım, bir yoğunluk bir hengame ofiste... Dün akşam da çok sevgili komşularımızın düğün daveti nedeniyle hem Naz'ı sadece 1 saat görüp, öpüp evde bırakmış olmanın burukluğu ama çok uzun zaman sonra hafta içi boğaza inmiş , denize nazır biraz eğlenmiş olmanın içten içe sevinci beraberdi... Neyse hemen arayı kapatmalıyım...




Pazar günü canım arkadaşım Filiz ve kızı Su ile güzel bir Pazar geçirdik. Babamız yokken evden içeri girmeyen anne kız biz, Filiz ve Su Pazartesi Londra'ya dönmeden önce onları da bize uydurup kendimizi parka attık. Kahvaltı, yürüyüş, park, yemek derken bakmışız akşam olmuş... Kendimizi bize attık... Naz çok büyüdü ya, Su'ya komiklik yapmak için elinden geleni yaptı... Hatta " kaldır bacağını" dediğimizde bunu yapıp Su'yun da buna kahkahalar attığını görünce iyice keyiflendi bizim ki, iyice coştu... Sürekli emekleyip emekleyip Su ana kucağındayken onu okşamaya çalıştı. Kendisi çok büyüdü ya :( Her türlü bebek resmine hastayız, şarkı söyleyerek seviyor tüm bebekleri canlı ya da resim farketmez...
Bir yandan da çimenlerde düşe kalka sürekli ayağa kalmaya çalıştı. Her yerden destek alıp adımlamaya çalışıyor... Bana da 2 büklüm peşinden gitmek tabii:)


Bu arada parklara iyice alıştık, en sevdiğimiz şey de kaydıraklara ters ters tırmanmak :)
Pazartesi yine bir aktivite çıktı bize... Yelda ve Erhan davet etti bizi, güzel bir dua vardı evlerinde, niyetlendikleri bir güzelliği gerçekleştirdiler. Naz ve ben de davetliydik tabi... Naz sürekli herkesle iletişime girmeye çalıştı, gülücükler saçtı. Bayılıyorum bu sosyal hallerine... Bol bol Erhan dayısıyla oynadı, artık tanıyor onları...Bir de ne istediğini bu kadar bilmese, kandırılabilse. Ama ne münasebet, bizim ki kafaya ne taktıysa ona ulaşacak. Bağırma , çağırma , ağlama yok... Kendini parçalarcasına koyduğu hedefe kilitleniyor. Somut soyut bunu kastediyorum... Mesela gerek Pazartesi akşamı gerek diğer akşamlar, çantamdaki cüzdanla kafayı bozmuş halde.. Çantaya ulaşılıyor, her yöntem denenerek, açılıyor özenle, kağıt parçaları varsa özel ilgi alanı... Hele bir de elinden alın. Alıyoruz tabii ki, dışarıda gururu kırılır diye, kafasını karıştırıp alabiliyorsam alıyorum, tabi ki bu tarz doğru bulmadığım aktiviteleri yapmasına olanak tanımamak ilk yaptığım şey ama her zaman olmuyor. Evde ise "yasak yasaktır" tutumunda davranmaya gayret ediyoruz. Aşkısı bu konuda daha başarılı, ben de disiplin ve kuralcılığımla tanınırdım ama tabi bu Naz'da önceydi sanırım, hatırlamıyorum :)

Naz cici bici etekleriyle Yelda teyzesi ile Erhan amcasının evini süpürdü bolca...


Çarşamba akaşamı yemek vakti babamız eve döndü... Bu vesileyle biz de evde durduk biraz...Tabii bir bayram havası biz de, Naz'da, cilveler, kıkırdamalar, oyunlar... Çok özlemiş kızım babasını. Akşam babası Naz'a kitap okumak istedi ama nafile. Naz aldı mı eline kitabı başlıyor şakımaya; şarkı ve okuma arası , bol iç çekişli, vurgulu, inişli çıkışlı tonlamalar... Çok gülüyoruz. Videoları saatlerce yüklemese bu sayfa koymak istiyorum, bakalım sonra belki beceririz...
Beni çalışan bir anne olarak en rahatlatan konu son haftalarda evden kaçar gibi çıkıyordum, kısaca öpüp ona çok hissettirmeden o oyuncaklarına, odasına yol alırken ben de kapıdan sıvışıyordum. Uzun vedalşmamak gerektiğini biliyordum ama doya doya kucağımda sıkıştırmamak da zoruma gidiyordu. Ama canım kızım artık beni güle oynaya yolcu ediyor. Marina ile iyi anlaşması , evde mutlu olması bir etken tabi ama bir yandan da bilinçleniyor, hissediyorum. Ona her sabah giderken anlattıklarımı sanki algılıyor, anlıyor artık... Güzel güzel bakıyor " Anne şimdi seni öpecek, bay bay diyecek- sen uyuyacak, oynayacak, yemek yiyeceksin, sonra anne gelecek" derken ben, kıkırdıyor...
Bu arada bu haftanın ilkleri şöyle idi;
Salı akşamı bitmek tükenmek bilmeyen ve Naz'ın " aaaa yeter ama" demesini her an beklediğim " nerede "oyunu sırasında herhalde çok "ördek" dedik ki , Naz " "öğde, öğde" elinde sarı ördeği dolanmaya başladı. Sonra öğrendim ki o gün kuşlarla arası çok iyiymiş, penceredeki güvercinlerle konuşmuş tüm gün... Hatta akşam "kuş nerede" sorusunun cevabı 180 derece kafa dönüşü ile pencere istikameti oldu :)
Bu arada gerçekten kızıp sıkıldığında "aaaaaa" diye bağırıyor...
Halıların altını kaldırıp kaldırıp bakıyor...
Koltuğun, yatak altına topu kaçtı mı, pat diye yatıveriyor yüzüstü büyük adam gibi , popo havada nerede bulmaya çalışıyor. Bir türlü fotoğraflayamadım, gülmekten fırsat olmadı...
Her müzik sesine popo üstü sallanarak cevap veriyoruz. Artık destekle ayakta duruyoruz ya, ayaklarımız hızlı hızlı yere vurup zıplayarak da dansediyoruz. Ama annesi gibi ,dans etmeye bayılıyoooor, bir ayaklansa ben ona ne danslar öğreteceğim...
Kaşara hastayız. Arık evin anahtarı Naz'ın mama sandalyesine oturması için yeterli bir sebep değil. Ama peynir, özellikle kaşar tabağı kesinlikle sebep... Günün her saatinde yiyor o kaşarları elleriyle, nedir bu düşkünlük anlamadım, allahtan faydalı bir şey...
Aaaaa tabi apayrı bir post konusu olması gereken CORABIMIZ... Evet çorap... Kızımın ilk aylarından beri vazgeçilmez dostları. Eline alınca uykuya kolay daldığı, onsuz bazen emeklemediği, elinden düştüğünü tek farkettiği ve asla atmadığı, mutlaka her yerde her boş yakaladığı anda çıkarıp elinde tuttuğu çorapları... Bu hafta yine çok haşır neşirdi onlarla. Az kaldı doğumgünümüze sanırım pastamızın şekli belli oldu :)