13 Kasım 2008 Perşembe

İzmir İzmir...

Dün konuştuk Cunda ile... O da İzmir aşığı... Benim gibi sonradan değil, kandan topraktan oralı... Ama beni tanıyanlar da Mersin'li miyim İzmirli 'miyim karıştırırlar zaten... Yazayım hep içimden geçenleri hazır depreşmişken...

Hele şu şehr-i İstanbul'un koşturmasından sonra daha da aşığım...

Sevgili de aynı şehirden, mektepten... Farklı yıllar ve şartlar da olsa İzmir o kadar aynı ki herkesin damağında aynı tat...

17 yaşındaydım İzmir'e gittiğimde üniversite için... Kordonda doğumgünüm için girememiştim ilk gitmeyi planladığımız bara hatta...

Hiç kimseyi tanımadan, şehirle ilgili hiç fikrim olmadan gittim İzmir'e... Yurtta kaldığım ilk aylar, annemle yurdun kapısında vedalaşmamız, ve ilk gece odada elektriksiz tek başıma kalmam, uyumam... Dün gibi ama bir o kadar uzak. Hayatımın en güzel yılları, günleri, anları. O derece hesapsız... Edinilen, kaybedilen, uzaklaşılan sonra hiçbirşey olmamış gibi yaklaşılan, bazen de hiç kopmayan dostlar... O candan, samimi hava... Hatıralar kadar şehir de canlı içimde, bir gün döner miyiz diye... Dün birbirimize özet geçtik Cunda ile online- nefes aldım derin derin...

Sirena'da buz gibi bira-patates, Karşıyaka sahilde salına salına yürümeler, İnciraltı'nda yenilen balık-ekmeğin-içilen çayın keyfi, Reci's de salata+kuşi kuşi, Pizza pizza'da combo menu, Kıbrıs şehitleri, Punto da Çarşamba - Cuma akşamları ( Elif, Ezgi,Ebuşum, Filo ve ruhu şad olsun Melis kulaklarınız zil çalsın çok özledim hepinizi), Bostanlı pazar, Çeşme-Urla- Foça ( Celep'in suflesi, mmmmm) , Asansör,sıcacık çayın yanında gevrek, boyoz, çıt çıt çigdem, Guzelbahçe'de kahvaltı-bl/kaymak, Bornova küçük park, Dayı'nın yerinde bir peynir bir zeytin, geceleri midye, Gül sokak, Bonjour ve Reyhan, açıkhava sineması...
Neler neler...
Döner miyiz ki...

11 Kasım 2008 Salı

Atamız için...

Kaçırdım Arena'da Turgut Özakman'ı...
Dün sinema öncesi ana haber bülteninde verilen geniş özeti izledim...
Asıl benim için vurucu olan bu özet öncesi , neden olduğunu anlayamadığım bir sebeple "Mustafa"yı izlemeye götürülmüş 8-10 yaş aralığında bir sınıf öğrenciyle seans sonrası yapılan röportaj... Ağlamak istedim.
Can Dündar "Ben bu filmi oğluma yaptım" demiş, iyi ... etmiş. Ben benim olmayan çocukların ama bu vatanın evlatlarının , o körpecik ne verirseniz sünger gibi çeken beyinlerin "Filmden sonra aklınızda neler kaldı? " sorusuna aşağıdaki cevapları dinleyince ağladım....
" Çok kızdım Atatürk'e, eğer o kadar içki , sigara içmeseydi yaşayabilirdi"
" Aklımda yalnız ve alkolik olduğu kaldı"
" Çok yalnızmış, çok üzüldüm".... vb
Filmi vizyona girdiği hafta izledik, önyargısız gittim Dündar'ın yaptığı işleri takdir eden bir izleyici olarak. Dedim ki kendime, "herkesin bir bakış açısı var, bu da onun" ... Ama sonrasında yazmak bile istemedim hakkında sonrasında... Zaten çok yetkin kalemler yeterince söyledi... En çok da Bekir Coskun ve Yılmaz Özdil'i beğendim...
Ama en özeti dün izlediğim minik kalpler söyledi... Nasıl bir sorgu tohumu ekildi beyinlerinde? Kayıtsız , sualsiz kabullere devam değil söylemek istediğim... Okusunlar, tarihlerini öğrensinler, buna teşvik edilsinler. Ama bu film başka tohumlar ekti , ve bunlar araştırmaya , öğrenmeye teşviğe yönelik değil kesinlikle... Bizim gibi okuyan, anlayan ve anlatılmış ebeveynlerin yetiştirdiği evlatlar dışında Anadolu'da ya da büyükşehirlerin varoşlarında Atatürk'ü onlara anlatılan gibi kabul edenler ve onların yetiştireceği evlatlar var... Ve ailede bu yönlendirmeyi almayan bu nesil onlara ne sunulursa onu alacak. Bugün bu film, yarın 2 kağıt parçası, sonra bir fetva...
Turgut Özakman çok güzel anlattı... "Bazı yalanlar yıllar içinde açığa çıkarılanca yenilerinin uydurulması şaşılacak bir durum değil, ve yakın tarihi okutulmayan, okumayan bir toplumun bunlara inanmaya açık olması da şaşırtıcı değil... Bu asılsız iddiaların nedeni cehalet...Dünya da önderler ve liderlerin insani zaaflarını konuşmak ayıp sayılır, ki Atatürk bu önderlerin içinde en önde gelenlerindendir..." Bunlar benim alımda kalanlardan, linkteki kısa özeti okuyun...

TRT eski TRT olsa keşke... Annem alıp bizim için koymuştu kenara "Kurtuluş" u... Keşke yeniden gösterilse de sinemada gösterilip, sonra ulu orta her yerde tartışılmak suretiyle, körpe beyinlere aşılanan 3-5 ıvır zıvır kelimeden çok daha fazlası olduğu gerçeği, maalesef ot beyinlilere çevrilmeye çalışan topluma, az okuyan evlere, en azından televizyon yoluyla tekrar hatırlatılsa... Bir imza kampanyası başlatsak ya da bu talebi bloglarda yayınlasak?? Bilmiyorum ama artık somut olarak birşeyler yapmak istiyorum...



Yine söylüyorum... Unutmadık, umutmayacağız, unutturmayacağız... Bir avuç da kalsak gururla taşıyacağız onun hatırasını ve aktaracağız bizden sonrakilere...

Issız adam


"Issız" ne güzel bir kelime seçimi... Seviyorum bu cuk oturan tanımları...
Haftasonu sanat filmine doydum ben kendi adıma... Belki bunu okuyup " sığ" diyeceksiniz... Olsun...
" Mükemmel bir gün" ve " 4 ay 3 hafta 2 gün" lu bir haftasonundan sonra dün akşam isminden korkup gitmeye hayır demiştim. Bu akşam spontan bir programla gittik... Ne de iyi yaptık...Müzikler süper... En kısa sürede soundtrack çıksın...
İlk yarıda güldük, romantikleştik, eskilere döndük... Ve sonra modern yaşamın bildik hikayesi... Dışarıdan imrenilen bir iş, ev, hayat,kaçılan bir aşk, cesaret edilemeyen duygular, yalnızlığa mahkumiyeti seçen hayatlar, konuşulmayanlar... Ağladım, burnumu çektim,düşündüm... Yine herkesten parçalar serpmiş Çağan Irmak... Modern hayat dediğim aldatmacanın ( çünkü özünde modernleştirmek için zorlaştırdığımız yalın bir tanım yaşamak ) içinde yaşayan herkes birşeyler bulur özdeşleşecek...Derin değil ama düzdü... En cok da bu yüzden sevdim... Oyunculuk doğal, yalın... Kesinlikle sinemada izlemeye değer çekimler...
Sahneler var aklımda vuran, müzikle beraber vurgusu artan... Anlatmayayım büyüsü kaçmasın...
Ama gidin, görün, yaşayın...Güzel çok güzel

10 Kasım 2008 Pazartesi

Unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız...


Yazmaya kitaplar yetmemiş hala yazıyorlar onu...

Anlatmaya dil yetmemiş, hala anlatıyorlar onu...

Yüceltmeye , övmeye dil, din, ırk yetmemiş, tüm dünya tanıyor onu...

Yermeye/ çökertmeye çaba bitmemiş, hala deniyorlar ama bükemiyorlar bile onu...

Bize düşen de onu tanıyan ama en önemlisi anlayan evlatlar yetiştirmek vatana... Bir avuç da kalsak arkasında durmak inandıklarının, inandıklarımızın,bize kazandırdıklarının... Onu hatırlamak ama ondan çok fikirlerini yaşatmak, uygulamak ve geliştirmek...
Unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız...

14. ay sonu gecikmiş rapor

Naz'ın 12. ay sonu aşılarını hep de ay sonu kontrollerine denk gelen gribal rahatsızlıkları nedeniyle ertlemiştik. Ancak 14.ayını bitirmesine 1 hafta kalan hem dr kontrolune gittik hem de aşılarını olduk... E-mail gruplarında çok tartışılıyor aşı konusu... Dr'umuza da danıştım , dinlediklerim beni tatmin etti bu yüzden rutin aşılarını mutlaka tamamlayacağız.... Bugüne dek hiç bir aşısının ateş dahil yan etkisini yaşamayan Naz, tam da dr'un söylediği gibi aşıdan 1 hafta sonra döküntü ve ateş yaşadı. İştah da gitti... Marina'nın gittiği haftaya denk gelmesinin de Naz'ın kaprisi üstünde etkisi oldu bence... Ne zormuş yemeyi reddeden çocuk...

Gelelim 14. ay sonu tarihe notlarımıza;
*"Annnneee" diye kapris yapıp, " babba, babba" diye naz yapabiliyor ismine yaraşır şekilde
* "Atti, gitti, dustuuu, mammmma, memme", eller iki ana çaresizce açılıp gıdışını şişirerek "bitti", kapıya giderek ya da dışarıda giydiği pantolonları kafasına geçirmeye çalışıp"dısssaaa ( dısarı), " dedi" ya da " tısss" ( kedi)..., " eee eee ee" kendine vurarak ( uyku demek) bazı kelimelerimiz
* Çatalsız meyve yemeyiz abi :) Elle yeme hastalığı çatalla yeneye dönüşüyor yaaş yavas... Bazen diğer eliyle alıp çatala takıp ağzımıza götürüyoruz ama olsun...
* Üzüm favori meyvemiz muzun yanında...
* Yürüme işi iyice ilerledi tabi, artık koşuyoruz... Artık sadece çoraplar ayakları korumayıp lastik tabanlı çorap ve eb ayakkabıları sıkça yere kapaklanmaya sebep olsa da, ne yapalım alışacak el mahkum...
* İlk adım ayakkabımıza kavuştuk... Ayakkabı çoktu da sokakta yüreyeceği kışlık botumuz yoktu...Reklam olsun diye değil, öneri mahiyetinden dükkan ve marka ismi veriyorum; Kifidis- Chiquitin...
*Dans etmek yeni yeteneğimiz... Eskiden popo üstünde otururken sallanmak suretiyle gerçekleştirdiğimiz bu eylemi artık eller havada dizlerimizin üzerinde yaylanarak yapıyoruz...
* Diz kırık çömelerek oyun oynamak favorisi, inanamıyorum bacak kaslarına...
* Topla oynamayı seviyor hanımefendi... Babasıyla futbol oynamaya çalışıyor... Kızım kendine gel :)
* Alis hala çok favori... Kırmızı beyaz giysili Alis kucağında, ciddi ciddi " eee ee ee" yapıyor... Bazen onu da yanına istiyor uyumadan önce, önce onu uyutuyor sonra kendi...
* Emmeden uyudu bir kaç sefer, sanıurım kolay bırakacak... ne yalan söyleyeyim bu ay sadece geceleri uyumadan önce emzirmeye başladım, hatta bir kaç sefer ondan da kaytardım, ama vicdan rahat etmedi sabahları telafi ettim.
* Sabah hala 06.30- 07:00 ayaktayız... Az daha uyusa hemen tek uykuya düşeceğiz ama dikiliyor ayağa cin gibi... Hakkını yemeyeyim, 08:30 da uyuyor ortalama olarak, alıyor uykusunu tabi...
* Eğer gece uyamdığında kolay dalamazsa uykuya asabiyet yapıyor, başlıyor bağırmaya... O yüzde suyunu içip emzik+ çorap ritueline devam...
* Son hafta emziği gün içinde de ister oldu, vermiyoruz bakalım ne olacak...
* Elinde kitapları odadan odaya koşturup kendi dilinde bize okuyor ...

Artık aklıma geldikçe edit ederim...