26 Ekim 2010 Salı

Değişmeyen tek şey değişimmiş...

Yaz bitti, mevsim değişti, biz de değiştik…

Tatiller yapıldı, hem Naz’lı hem Naz’sız… Hep beraber kısa bir Asos kaçamağı, sonrasında Bayram’la birleştirip, Naz’ı Mersin’e el öpmeye gönderip biz Madrid- Endülüs ve Barcelona…
Tam bir hafta boyunca bizsiz anneannesinde kalmayı başardı. Bu sene korkmuştum oysa, çok aklı selim ve kararlı tavır sergilediği için, bir inat ederse kendimi İspanya’dan dönmeye hazırlamıştım… Oysa çok uyumlu davranmış, son günlerde Ayşe’nin ablası olan oyun kimliğime ithaf ederek “ Ayşe’nin ablası çok güzel, az kaldı gelecek “ diyerek Ayşe’ye teselli vererek ifade etmiş özlemini sadece…
Herkesin okula gitmek istemeyen çocuk sendromu ile uğraştığı şu günlerde, biz okuldan eve gelmek istemeyen Naz’la uğraştık. İkinci haftanın sonunda kendisi tüm günü okulda geçirip, okulda uyumaya karar vermiş olup öğretmeni, müdürü, bakıcısı ve bana rağmen okulda kaldı, okulda uyudu…
Ertesi günlerde okula bırakırken , tüm telkinlerim sonrası nerede uyuyacaksın sorusunun cevabı “ okulda “ idi, ama neyse ki sorunsuz döndü sonraki günlerde.

Ben tam bu da nereden çıktı derken, inancımı güçlendiren bir olay patladı… Naz’ın tonton ayısı , bir tanecik ablası çok acı bir haber aldı, eşini kaybetti ve apar topar gitti…. Ona üzülmekten ve teselli etmekten kendi derdimize düşemedik. Pazar akşamı ablasını uçağa bindirip, Naz’ı sakinleştirip, Pazartesi sabahı çaresi ama bir yandan da çok yukarıdan haftalar önce bir mesaj geldiğine inanıp Naz’ı tüm gün kreşe bıraktım.
Hiç yadırgamadı yavrum… 3 yıl bakıcılarla, üstelik her birinden memnun kalsam da , sık sık değişmek zorunda kalan bakıcılarla, çalışırken aileden uzak bir çocuk büyütmeye çalışan ben , bir kere daha böyle bir çocuğum olduğum için şükrettim…
Yine şükrettim ki anlayışlı ve saatlerimi kendimin ayarlayabildiği esnek bir işyerindeyim… 1 aydır Naz’ı okula bırakıp işe geliyorum, 4 gibi çıkıp kızımı alıyorum…

2 haftadır, babanın yokluğunda anneannem, benim 75’lik ama çınar ağacı gibi güçlü anneannem yalnız bırakmadı bizi, can yoldaşı oldu…

Naz elbette etkilendi... Tabi ki büyüdü, zaten empatik diye düşündüğümüz beyni, daha algılayıcı , daha cevaplayıcı , daha tepkili. Babasının da yokluğu da tuz biber ekti… Benim sinirlerim yıprandı, bazen kendimi aynaya baktığımda tanıyamaz oldum, Naz ‘a bu kadar sert davranabileceğimi düşünmemiştim, üstelik bana en çok ihtiyacı olduğunda… Sonra kendime geldim…

Bir yandan empatik, naif, kırılgan bir yandan da, cinocin… Mesela;

Babasıyla oynarken, herkesin yumuşak tarafını kavramış olan Naz , hemen babasının yanağını sever “ Sen şimdi bana Baby Tv de açarsın” diye oltayı atar…
Aslı’ya “ seni çılgın seni” diye parmak sallayıp şakacıktan kızar… Aslı’yı görünce çığlığı basar, ne olduğunu sorunca da” Çılgın teyze geldi, çıldırıyoz” der…
Sık sık bizi bir araya toplayıp “hadi sohbet edelim” demekte… Argo deyimle “ paso muhabbet” bizimki, nadiren susmakta…
Sabah krepini yerken “ Annecim, gerçekten senin yaptığın krep çok lezzetli, zaten çok severim , bilirsin “ gibi kendinden beş karıl büyük cümleler kurmakta…
Yemeğini yarıda bırakıp “ Annecim…. Ben başka cocuklar aç kalmasın diye onlara bıraktım” diyebiliyor…

Yeni birileriyle tanıştığında “ Merhaba, ben Ayşe’nin annesiyim “ diye tanıtıyor kendini ve evdeki çok sevgili çocukları Ayşe, Efe ve onların küçük kızkardeşlerini tek tek anlatıp yaşlarını , hangisinin büyük hangisinin küçük olduğunu dakikalarca anlatıyor…
“ Bir kitap okumaya ne dersin, dansetmeye ne dersin…” gibi önerilerle bizi dumura uğratıyor.
İnanılmaz bir hafızası var, aylar hatta bir önceki yıl ki olayları bir an hiç olmadık bir anda , tek tek anlatıyor….
Hafızası yeni şarkıları çok kolay öğrenmesini sağlıyor.. Haftada en az 2 yeni şarkı ile sahnemizde, beklerizJ Küçük Ayşe, sonbahar, 2 küçük kedi, kırmızı balık… vs favorilerimiz…
İnatla tutup tutup tuvalate gitmiyor , sonra ufacık damla kaza olma arifesinde zor yetişiyor tuvalete… Sonra bana şunu diyebiliyor “ Anne… Lütfen bana aşk olsun deme, bir damla kaçtı sadece” !!!
Yemek sofrasında “ ama duamızı etmedik “ deyip , okulda öğrendiği şu duayı söylediği gün, fark ettim ki bebeğim büyüdü;
“Allah’ım sana şükürler olsun, soframız bereketle dolsun, yediklerimiz şifa olsun , hepimize yarasın, afiyet olsun”…

Kendimi kaybedip bağırmaya başladığımda , uzun kirpikler altından mahzun mahzun bakıp, kalbini tutup “ Bak anne , kalbimi kırdın, nereden çıktı bu bağırmak” diyebiliyor, ve ben o an kahkahaya boğuluyorum… Sonra da “ hadi benden özür dile “ deyince beni kendime getiriyor…
Bana anneliği, arkadaşlığı, ebeveynliği öğretiyor bacak kadar boyuyla ama pabuç kadar diliyle…

Bir de şu otomatiğe başladığı ağlak “ anneeee anneee” şarkısını dilinden söküp, ebeveyn sağırlığını aşarsak, rayımıza girmemize beş kaldı…

Şimdi 29 Ekim kaçamağı dönüşü, ev- iş- okul… vs organizasyonunu sonuca bağlayıp, kış rutinimize girmeliyiz…

Şunu itiraf etmem gerek, uzun zaman sonra son bir aydır , tüm zorluklara rağmen ilk defa çekirdek aile olmayı hissettim… Bir kere daha şu sözleri tekrarlıyorum;

"Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?" Şems/ Aşk/ Elif Şafak