24 Mayıs 2010 Pazartesi

Günler geçiyor, bahar bereketiyle…
Günler uzun, değişikliklere gebe.
Bunca senedir aynı evdeyiz, ilk defa sahildeki parkımızda atıştırmalıklarımızı da alıp hem piknik hem park keyfi yaptık mesela..
Geçtiğimiz faftasonu en kocamanından kaçtık. Mekan Kıyıköy’de… Şirin bir belde, bakir Karadeniz kıyısında…
Naz’ı sosyal hayatımıza her zamankinden daha çok dahil etmeye çalışıyoruz. Akşam yemeklerine, tatillerimize… Biraz akışına bıraktık yani.

Büyüdüğünün farkında. Küçük olduğunun söylenmesinden ya da ima edilmesinden çok rahatsız oluyor… “Ben bebet değilim, büyüdüm ben” deyip iki kolunu kavuşturup sırtını dönüp büzüştürüyor dudaklarını… Bilmiyor ki büyüyünce de bazen “ hep küçük kalsaydım “ diyeceğini…
Giyinmek çooook zor bir aktivite bizim için.. Hayatı oyun, kaçıyor, hopluyor, zıplıyor… İstemediği bir şeyi yaptırabilmek namümkün… Bazen yükselen bir ağlama efekti ile çevresindekileri kaçırmaya çalışıyor, yersen… Bazen biz de ona eşlik edip şarkı söyler gibi aynı efekti tekrarlıyoruz. O zaman ara verip “ 1 salise önce ağlama taklidi yapan o değilmiş gibi son derece ciddi bir edayla “benim gibi ağlama sen” deyip devam ediyor..
Miyav miyav kedi ve hav hav köpekle onlarca hikaye uyduruyor , ne masallar ne masallar… aslında kayda almalıyım, ama onu dinlemeye ve o anı yaşamaya kilitleniyorum, unutuyorum…
Şarkılara çok düşkün, her duyduğu şarkıyı ezberlemeye çalışıyor… Vokal olacak galiba J
En çok hangi cd’yi islemeye çalışıyor biliyor musunuz? Anneler gününde kreşten hediye edilen kendisi ve arkadaşlarının görüntülerinin olduğu cd’Yi… Nasıl bir modellemedir? Neden Caillou’yu sevdiğini onun dışında tv izlemediğini anlıyorum artık…
Arada bir dudup dururken okulda olan bir şeyleri anlatıveriyor, dökülüyor… İçine mi atıyor yoksa süzüp hazır oldukça mı dökülüyor henüz çözemedim…
Sabahları şafakla uyandığı için önce gelip bize sataşıyor, bakıyor ki umut yok ;”siz şimdi uyuyun , ben gidip kahvaltı hazırlıyim, sonra gelirsiniz” gibilerinden bizi avutuyor… Bazen de ayakta uyutuyor.
Dolapları karıitırırken “ne yapıyorsun” a cevap “çikolata arıyorum “ oluyor …
“Yaptığından dolayı sana kırıldım” deyince “ ben de sana kırıldım” deyip sırtını dönüveriyor…
Yemek yeme seansı öğün başına 1 saat sürüyor, doyduğu lokmada pat diye ayaklanıp “doydummm “diyor.
Küçük olmaktan hoşlanmayıp, yavru kedi gibi toparlanıp kucağa çıkıp “ ıngaaa ıngaaa “deyip “ bebet oldum ben “ “su istiyom, çorba istiyom”…vs gibi isteklerini sıralıyor…
Bir küçük adam, tam haşarı bir oğlan çocuğu gibi, zıpır ve esprili. Ama bir o kadar da kırılgan…

Bak bir ana Naz’a dönüyor her lafın sonu..
Büyüdü ya bizim gözümüzde de ara ara geç uykuya yatma, yemek saatlerini bir saat geciktirme.. gibi lüksler yaşıyoruz …
33. ay bitti, geçen gün harddiskteki fotolara baktım… doğru düzgün çıktı almamışız… Değişim dehşet verici, olayın dışına bir adım çıkıp baktığımda mucizevi bir şeye tanıklık ettiğimi görüyorum. Varoluş mucizesi…

Hiç yorum yok: