5 Aralık 2008 Cuma

Bizde haller...

Bitkinim, tatile hasta giriyorum, Naz'a bulaşacak diye ödüm patlıyor... Oysa bu kadar fenalaşmamıştım bir kaç saat önce, kızım ilk blog yazısını yazmaya kalkışmadan önce son 2 gündür ondaki halleri yazacaktım...
Eve geldiğimde " babbba" dedi," o nerede" der gibi kapıya baktı... İndi yere elimi tuttu odasına götürdü... Beraber kule yapıp küplerden devirmece oynadık. Espri yapıp babasını taklit ederek sağ el havada kahkahalar attı. "Dans edelim mi?" sorusunun cevabı televizyona vurup " ac ac":) "Heads shoulders knees and toes" dedikçe müzik yavaş yavaş tepeden aşağı gidiyor eller... Dün yanında bir iki defa yaptığım minik adımlarla tepinme dansını çığlıklarla yaptık... Yemeğini bir kaşık elinde, diğer kaşık bizde 2 hatta bazen 3 kaşık bir kasede yiyor son günlerde ki bu akşam 3 kaşıklık br gündü :) Sadece koşuyor, yürümek diye bir kavram yok... Kafası her daim ter yaramazın... Her kelime cıkarabildiği seslerle takrarlanıyor. Bugünün kelimeleri " bu bajak ( bu bacak)- tafa ( kafa) - haaaııır ( hayır)"... " merhaba ben .., senin ismin ne" sorusunun cevabı bir el tokalaşması. Akşam rezene çayı biberon elde odalar ziyaret edilerek içiliyor, bugün de öyle oldu. 2 gündür benimle konuşur mu diye açtığım telefonlara cevap alamazken " baban arıyor" denilen her tür telefona ( Oyuncak da olsa) binbir şakıma ile cevap veriliyor. elinde telefon ciddi ciddi cümleler kuruyor, sanki sonu gelmeyecekmiş gibi...
Babasının son seyahatinden getirdiği emzikli, ağlayan bebek bir elinde , diğerinde yastık," nennne, pıss pıs"uyutarak geziyor 2 gündür. Bugün bir baktım bebeğe " çiçi çiçi ( çiçek)" diyor, favori Aliş'imiz ve Ayşe'den sonra Çiçek bebeğimiz de oldu ve Naz'ın bebeğine koyduğu ilk isim oldu.
Bu aralar bir diller, bir oyunlar, şaşırıyorum her gün, sanki hiç bir dönem bu kadar hızlı atlamamıştı basamakları ve ben kaçırıyorum sanki...
Şu saatte ve sağlık durumunda vicdan muhasebesi yapmaktan çok uzağım. Bazı bloglarda çalışan- çalışmayan anne düellolarını okudum bu gece, her ne kadar başlangıç noktası olan yazılar düellodan çok uzak olsa da bir şekilde o noktaya gelmiş yorumlarla. Üzücü... Oysa biz bloglarda paylaşmak için yazıyoruz, yargılamak için değil. Durumsallık denilen kavram hayatımda hep önemli oldu, bu sayede geriye bakıp pişman olmamaya- başta kendimi, sonra başkalarını yargılamamaya özen gösterdim. Hala da bir fırın ekmek yemem lazım arada bir tutan bilmiş hallerimden kurtulmak için.. Bugün için ise bildiğim hepimiz " kendi seçimlerimizi " yaşıyoruz, hayatın getirdikleri de bonuslar...
Bunları sorgulamaya halim hep var ama yargılamaya değil.Bence kimse de boş yere zamanını harcamamalı "yargılamak" için...

2 yorum:

Primarima dedi ki...

O yeni yeni söylenmeye çalışılan kelimeler arttıkça tadınızda artacak, çok tatlı geliyor inana çook.
İyi bayramlaar olsun:)

Esin dedi ki...

ELif ,bende okudum o yazıların bir kısmıını ve çok şaşırdım, çalışan kadınların itham etmesi çok yanlış geldi bana.
Ama herkesin kendi fikri diyip geçtim valla...